TÜRK EKONOMİSİ OLARAK ZOR GÜNLERDEN GEÇİYORUZ. DENGELENME SÜRECİ BİR TÜRLÜ İSTİKRAR KAZANAMIYOR VE FİNANSAL PİYASALARDAKİ OYNAKLIKLAR İŞ...

ŞANT MANUKYAN
QNB FİNANSBANK ANKARA ULUS ŞUBE MÜDÜRÜ

TÜRK EKONOMİSİ OLARAK ZOR GÜNLERDEN GEÇİYORUZ. DENGELENME SÜRECİ BİR TÜRLÜ İSTİKRAR KAZANAMIYOR VE FİNANSAL PİYASALARDAKİ OYNAKLIKLAR İŞ İNSANLARININ ÖNGÖRÜDE BULUNMALARINI ZORLAŞTIRIYOR. YURT DIŞINDA, TÜRKİYE’NİN RİSK ALGISINI EN İYİ ÖLÇEBİLECEĞİMİZ CDS (CREDIT DEFAULT SWAP) ORANLARI 450-500 PUAN CİVARINDA DALGALANIRKEN, CDS PRİMİMİZ VENEZUELA, ARJANTİN VE UKRAYNA’DAN SONRA DÜNYADAKİ EN YÜKSEK DÖRDÜNCÜ CDS PRİMİ OLMAYI SÜRDÜRÜYOR. JEOPOLİTİK RİSKLER VE SEÇİM ATMOSFERİYLE SIKIŞAN PİYASALARIN GERGİNLİĞİ DE MAALESEF SÜRECE OLUMSUZ YANSIMAYA DEVAM EDİYOR.

Türkiye’deki reel sektör ile tüketici güven endeksleri istikrar kazanamazken, hane halkının harcamalarında ve reel sektörün yatırım/istihdam yaratma konusunda isteksizliği devam ediyor. İşsizlik rakamları da maalesef yükselişini sürdürüyor. Günümüz ekonomisinde artık beklentilerin düzelmeden işlerin daha iyiye gitmeye başlamayacağı, tüm kesimler tarafından kabul ediliyor.

Türkiye 2000 yılında dünyanın 17’nci büyük ekonomisiydi. Kriz sonrası uyguladığımız ekonomik programın yarattığı ivmeyle 2014 yılında 16’ncı sıraya yükselmiş, ancak 2017 yılında tekrar 17’nci sıraya, 2018 yılında ise 18’inci sıraya gerilemiştik. Uluslararası Para Fonunun (IMF) Nisan ayında açıkladığı Dünya Ekonomik Görünüm Endeksi beklentilerine göre 2019 yılı sonunda 20’nci sıraya düşeceğimiz anlaşılıyor. Olumsuz verilere rağmen ülke olarak bu zor günleri atlatacağımıza kalben inanıyorum. Bence esas soru, bu zor günleri atlatıp atlatamayacağımız değil zaten.

Kendimce doğru sorular, “Yaşadıklarımızdan gerekli dersleri ülke, şirketler ve bireyler olarak çıkarttık mı? Yeniden aynı sıkıntıları yaşamamak için ne yapmalıyız? Ödediğimiz bedellerin karşılığı olarak bu krizlerden tamamen kurtularak, çocuklarımıza, gelecek nesillere daha sağlam temelleri olan bir ekonomi nasıl bırakabiliriz?” olmalı. İlkokulda beynimize kazınan “Dünyada tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olma özelliğimizi” nasıl kaybettiğimizi sorgulamalıyız! Bu soruların cevapları için, her başımız sıkıştığında aklımıza gelen ama uygulama konusunda bir türlü harekete geçemediğimiz “yapısal reformlar” nelerdir, onlara bakmamız gerekiyor. Yeni ve güçlü bir hikâye yazabilmek için demokratik ve ekonomik reformlara ihtiyacımız olduğunun çok açık olduğunu düşünüyorum.

SİHİRLİ İKİ KELİME: “YAPISAL REFORMLAR”

“Yapısal Reform” ifadesini yaygınlaştıran kurumlar IMF ve Dünya Bankasıydı. Bu iki kurum bu ifadeyi ekonomik çerçeveyle sınırlı olarak kullandı; onu da piyasa sistemine geçiş, dalgalı kur uygulaması, vergiler ve harcamalar açısından kamu mali disiplininin sağlanması, sağlıklı ve denetlenebilir bir bankacılık sistemi kurulması, ödemeler dengesinin imkânlara göre yürütülmesi gibi konulara bağlayarak açıkladılar. Yapısal reformların niteliği ve kapsamı ülkelerin durumuna göre farklılık gösterir. Mesela demokrasi sorunu olmayan, yasama, yürütme ve yargı güçlerini ayırmayı, yargıyı bağımsız kılmayı başarmış, eğitimde ileri gitmiş ama ekonomide bazı sorunlar yaşamaya başlamış ülkeler için yapısal reformlar ekonomiyle sınırlı olabilir. Oysa Türkiye gibi bu sorunların hepsinin yaşandığı bir ülkede yapısal reformlar ekonomiyle sınırlı kalamaz, sistemin tümünü kapsamak zorundadır. Ekonomiyi yakından ilgilendiren ve etkileyen siyasal sistem, yargı sistemi, eğitim sistemi hep birer yapısal reform alanıdır. Demokratik, kapitalist ve dışa açık bir sistem içinde yer alan bir ekonominin bu sistemin koşullarına ve çerçevesine uyması gerekir.

Ülkemizde yapısal reformların; hukuka üstünlük tanıyarak, yargı bağımsızlığını gerçekleştirerek, yasama, yargı ve yürütme erklerini ayırarak başlaması, eğitimin tümüyle bilimsel temellere dayanan bir sistemle yeniden ve en baştan düzenlenmesi ve oradan ekonomiye gelinmesi gerektiği kanısındayım.

REFORM BAŞLIKLARIMIZ NELER OLMALI?

Dr. Mahfi Eğilmez’in yaptığı ana çerçeveden faydalanarak, Türkiye’nin ihtiyacı olan yapısal reformlar üç başlıkta toplanabilir: Siyasal, sosyal ve ekonomik reformlar. Siyasal reformlar; demokrasiyi, özgürlüğü, düşünce özgürlüğünü, hoşgörüyü, kişilik haklarının korunmasını ve en üst düzeye çıkaracak düzenlemeler yapılmasını gerektiriyor. Ayrıca siyasal reformlar, kuvvetler ayrımını tam olarak vurgulamalı, yasama, yürütme ve yargı erklerinden birinin ötekine üstünlüğünü önleyecek bir yapıda olmalı.

Sosyal reformların ilk adımı ise hukukun üstünlüğü ilkesini, yargı bağımsızlığı, güçler ayrımı, kamu kesimi hesaplarının tümüyle şeffaf hale getirerek yeniden yaşama geçirilmesini içermeli. Adalet sistemini kaliteyi de arttıracak biçimde hızlandırmak ve siyasal etkilerden bağımsız kılınacak bir adalet sistemi kurmak, hukuk alanında yapısal reform olarak değerlendirilebilir. Bir diğer önemli reform da eğitim sisteminin dönüştürülmedir. Son açıklanan PISA Testi (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı olarak bilinen PISA Testi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü-OECD tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırmadır) sonuçlarına göre çocuklarımız 72 ülke arasında fen okuryazarlığında 54’üncü, kendi ana dilinde okuma ve matematik okuryazarlığında ise 50’nci sıradaydı. Eğer ekonomimizi dünyada ilk 10 ekonomi arasına sokmak ya da en azından daha üst sıralara yükselmek istiyorsak, bunu geleceğimiz olan çocuklarımızın yapacağını unutmamalıyız. Bu sonuçlar kesinlikle çocuklarımızın zekâlarıyla ilgili olmayıp tamamen eğitim sistemimizin bir sonucudur. Çocuklarımızı dünyada daha üst sıralara çıkarmak istiyorsak, Türkiye’nin bugünkü eğitim sistemini köklü olarak değiştirmesi ve eğitimde tümüyle bilimin egemen kılınmasından başka çare bulunmuyor.

YABANCI SERMAYEYİ NASIL ÇEKEBİLİRİZ?

Dünyada en çok alıntı yapılan ilk 10 ekonomist arasında gösterilen, Massachusetts Teknoloji Enstitüsünden (MIT) Prof. Dr. Daron Acemoğlu’na göre; “Demokratik rejimlere geçişte kişi başı gelir yüzde 25 artıyor. Çünkü ülkeye yatırım geliyor. Diktatörlüklerde ise yatırımlar kendi iş insanlarına veriliyor. İkinci olarak demokrasilerde vergi gelirleri artıyor ve bunlar eğitim, sağlık gibi alanlarda yatırıma gidiyor. Diktatörlüklerde ise vergi gelirleri artamıyor çünkü kendi adamlarından vergi isteyemiyorlar. Günümüzde Çin gibi ülkelerden ya da bazı kesimlerden gelen ‘diktatörlük ve kuvvetli liderler iyidir’ görüşü var. Önemli olan siyasi rekabet, doğru kurum ve kurumsallaşan karar mekanizmalarıdır.”

Yabancı sermaye gelmeden Türkiye’nin toparlanmasının çok daha zor olduğunu belirten Prof. Dr. Acemoğlu, “Bunun için de onlara yargının çalıştığını, belirsizliğin ortadan kalktığını, para politikalarının daha rasyonel hale geldiğini gösteren adımlar atmamız gerekiyor. Kendi sermayemiz için de aynısını yapmak gerekli” diyerek siyasi ve sosyal reformların öneminin altını çiziyor.

PEKİ, EKONOMİDE REFORM?

Siyasi ve sosyal reformların uygulamaya geçmesiyle etkinliği artacak ekonomik reformların ana başlıklarını, yine Dr. Mahfi Eğilmez’den alıntı yaparak paylaşmak istiyorum: “Büyümenin ithalâta bağımlı yapıdan kurtarılması ve cari açığın düşürülmesi için iç tasarrufları arttırmak veya üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli girdilere yöneltmek gerekli. Türkiye’nin teşvik sistemini baştan aşağıya yeniden kurması, cari açığı düşürmeye yönelik bir teşvik sistemine geçilmesi önemli bir adım olarak bizi bekliyor. Bütçe gelirlerinin konjonktürel etkilerden mümkün olduğunca arındırılması konusunda atılması gereken ilk adım ise vergi sisteminin KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilere dayalı olmaktan çıkarılmasıdır. Vergi sisteminin, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi dolaylı vergilerle gelir ve kurumlar vergisi gibi dolaysız vergiler arasında dengeli ağırlıkları içeren bir yapıya dönüştürülmesi gerekiyor. Diğer yandan, sosyal güvenlik ve sağlık reformunda da maliyete dayalı bir sistemi hayata geçirmemiz gerekli. Aksi takdirde bir süre sonra bütçe bu yükü taşıyamayacak hale gelebilir.

Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması konusunda da güneş ve rüzgâr enerjisi, biyoenerji alanlarında yoğunlaşmanın yanı sıra nükleer enerjiyi de planlarımızın içinde tutmamız ve bu yolda adımlar atmamız gerekli görünüyor. Sektörel reformlara gelirsek; reel sektörün ciddi anlamda bir yapısal dönüşüme sokulması gerekli. İthalata olan bağımlılığın azaltılarak, ihracata yönelik daha yüksek katma değerli ürünlere yönelmemiz gerekiyor.

Tarım sektörü son dönemde ciddi ivme kaybı yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Bu ivme kaybı köyden kente göçü de neredeyse sürekli hale getiriyor. O nedenle tarım sektörünü baştan aşağı ele alacak yeni düzenlemelere ihtiyaç var.

Turizm sektörü önemli bir ivme kazansa da turist başına geliri arttırmak için Türkiye’nin daha kullanılmamış kaynaklarını da kullanarak gidebileceği çok yolu bulunuyor.

Kurumsal reformlarda ise Merkez Bankası ve diğer bağımsız kurumların gerçek anlamda bağımsız hale getirilmesi için yasalarında gerekli güçlendirici düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Küresel krizle birlikte yaşanan likidite bolluğu, dış finansmana erişimimizi inanılmayacak kadar kolaylaştırdı. O fırsattan yararlanıp yapısal reformları yapacak yerde tam tersini yaparak sistemi daha da ağırlaştırdık. Artık likiditenin daralmaya başladığı bir dönemin içindeyiz, dolayısıyla bu reformları yapmak ne yazık ki artık daha zor. Ne var ki bunları yapmazsak, şimdiye kadar iyi kötü bulabildiğimiz dış finansmanı bulmamız, kurları istikrarlı tutmamız ve enflasyonu düşürmemiz zorlaşacak.”

Umarım yaşadığımız sıkıntılı günlerden gerekli dersleri alarak, ülke olarak el ele vererek ve bugünden itibaren çok çalışarak ülkemizi hak ettiği yerlere getireceğiz. Yapısal reformlara hızlı ve kararlı bir şekilde başlayarak, ülkemiz için yeniden güçlü bir hikâye yazılmasını sağlayabiliriz. Bu da bizi özlediğimiz günlere kavuşturacaktır.