Stratejik düşünmeyi içselleştirmiş, planlı ve hedef odaklı çalışmayı benimsemiş bir sektör olmanın faydalarını son 20 yılda birçok defa gördük.

Küresel ticarette üç buçuk krizin yaşandığı bu süreci, sıkıntıları fırsata çevirmekteki maharetimizle rakip ülkelerden daha iyi değerlendirdik. Dünya makine ticaretinin ikiye katlanabildiği bu dönemde Türkiye’nin Makinecileri ihracatlarını 10’a katladı. Aynı dönemde dünya mal ticareti iki misline ulaşırken, Türkiye’nin toplam ihracatı beş misline çıktı.

Biz, yıllar boyu mutlak değerli hedefler koymaktan uzak durduk; daima aldığımız payı arttırmanın gayreti içinde olduk. Yıllar itibarıyla inip çıkan bir hacim içinde mottomuz “Herkesten az düş, herkesten fazla art, payını yükselt” oldu. 2030 hedeflerimizi de bu doğrultuda koyuyoruz: Dünya makine ihracatında binde 9 olan payımızı yüzde 1,5’e çekebilmek, ülke ihracatı içinde yüzde 10,5 olan payımızı yüzde 15’e yaklaştırmak. Olur da dünya makine ticareti, küresel örgütlerin öngörülerine uygun olarak 2030 yılında 4 trilyon doları bulursa, ihracatımızı 60 milyar doların üzerine taşımak.

Yapılan tahminlere itibar edersek, önümüzdeki 10 yıl ihracatımızı yüzde 13 gibi bir ortalama ile arttırmayı sürdürebilmeliyiz. Fakat belirsizliğin egemen olduğu ve derinleşerek süreceğinin anlaşıldığı bir dönemde önceliğimiz maddi sermayemizi verimliliğimizi artırarak korumak, fikri sermayemizi alabildiğine geliştirmek olmalıdır.

Geçen yılı ihracatın önemli katkısıyla, beklediğimizin altında hasarla geçirdik. Makine fiyatları dünyada gerilemeseydi ihracat gelirimiz yüzde 15’in üzerinde artacaktı. Yeni pazarlara, yeni ve daha gelişmiş makinelerle girmeyi başardık. İç pazarı çok daralan alt dallarımızın miktar bazında yüzde 45’e varan ihracat artışları oldu. Katma değerli ürün üretmenin avantajını iyi kullandık; dünya büyüme hızı düşerken ve rekabet kızışırken müşterilerimize esnek alım koşulları sağlayabildik. Menfi boyut ise ölçeklerimizde gerileme, yani teknoekonomik kapasitelerde zaaf oluşmasıydı.

Belli dönemleri böyle atlatmak mümkündür, fakat sürdürmek mümkün değildir. 2020’yi, devletin strateji planlarında sektöre verdiği önceliği somutlaştırmasını sağlayıp iyi değerlendirerek, güzel bir başlangıca çevirmeliyiz. Siyaset belgelerine giren ayrıcalığın gereklerini talep ve takip etmeliyiz.

Burada sektörün elinde olmayan şey yatırım ortamının mümbit hale gelmesi, risk iştahının artmasıdır. 2020 ortasından önce makine teçhizat yatırımlarının artmayacağı tahmin ediliyor. Makine teçhizat yatırımları altı çeyrektir daralıyor; yüzde 68 seviyesine inen KKO’muzun iki çeyrek daha yerinde sayacağı görülerek acil tedbirler alınmalıdır. İstikrarlı ve dayanıklı yapımıza, diğer bütün sektörlere kıyasla borçsuzluğumuza rağmen takatimizin sonuna yaklaşıyoruz.

Bu tedbirlerin ilki, büyük yatırımlarda, proseslerde ve tesislerde yerlileşmenin önündeki engellerin ortadan kaldırılması; teşvik mevzuatının makine ithalatını özendirici mahiyetinin değiştirilmesidir. Makine dış ticaretinden yıllık açığımızı 5 milyar dolara geriletmişken, bu kazanımdan olmayalım isteriz. Görmezden gelemeyeceğimiz gelişme, korumacı politikaların sınırladığı ticaret alanları içinde en fazla yeri makinelerin alıyor olmasıdır. 18 trilyon dolarlık mal ticaretinin 2 trilyon dolarlık kısmı koruma altındadır. Bunun 450 milyar doları 2019’da eklendi; çoğu da makine ve teknoloji ürünleri ile ilgilidir. Bütün dünya ülkeleri kendi makinesini üretmenin, teknolojik bağımsızlığını geri kazanmanın ya da korumanın önemini gördü ve yerlileşmenin tedbirlerini hızla alıyor.

Diğer yandan, küresel gündemdeki ağırlığı giderek artacak olan iklim değişikliği insanlığın en büyük sorunudur; geri döndürülemez, kaybettiklerimizi yerine koyamayacağımız bir boyuta ulaşmıştır. Doğayı konforumuza uygun hale getirme mücadelesinin sonuçlarıyla hızla yüzleşiyoruz. Son iki yıl yer kürenin tarihindeki en sıcak yıllar oldu. Söndüremeyeceğimiz büyüklükte yangınlar, yönlendiremeyeceğimiz büyüklükte seller yaşanıyor. Salgın hastalıklar boyumuzu aşıyor. Bilim, yakın gelecekte karşımıza çıkacakları her fırsatta söylüyor; bu durum bir yandan virüs kodları yazarken öte yandan antivirüs programları yazarak sömürülecek bir alan değil. “İleri ülkeler egemenlikleri tartışılır hale gelmesin, geri kalmış ülkeler sanayileşmesin istiyor” laflarıyla hamaset yapılacak bir alan hiç değil. Geçen yıl çevre yatırımlarına en çok kaynak ayıran iki ülke Çin ve ABD oldu; ilk defa Avrupa’yı geride bıraktılar. Bunu, imzalamayı reddettikleri anlaşmalara rağmen yaptılar. AB, 2050 yılında “Sıfır karbonlu kıta olmak” hedefi koydu ve bu yıldan başlayarak birçok yaptırımı kademeli olarak hayata geçirecek. Dış ticaretinin yüzde 70’ini kendi üyeleri içinde sağlayan AB, ithalatının da doğaya zarar vermesini engellemeye çalışacak. Karbon ayak izi sınıflandırması ile vergiler koyarak ve zaman içinde kendi değerlerini paylaşmayan ülkelerden mal almayarak bunu yapacak. AB’nin ekolojik tasarruflarını korumacı politikaların yeni bir faslı olarak görenler, erdemli bir hedef gözettiğini yadsımayacaklardır. Öngörülen geçiş süreci müşterek bir bilincin oluşup yaygınlaşması ve tedarikçi ülkelerin bu mücadeleye katkı verir hale gelmeleri içindir. Unutmayalım ki Türkiye’nin ana ticaret ortağı AB’dir; mallarımızın yarıdan fazlasını gönderdiğimiz bir pazarda olacak herhangi bir gelişmeye kayıtsız kalamayız. Sektörümüz için de durum aynıdır, makinelerimizin yüzde 50’sine yakını AB’ye gidiyor. Makineler enerji tüketen ürünlerdir. AB, 10 yılı aşkındır makinelerin enerji sarfiyatlarını düşürecek direktiflerle piyasasını denetliyor. Türkiye’nin Makinecileri de bu gereklilikleri en iyi şekilde yerine getiriyorlar. Ülkemizdeki mevzuat uyumunun hızlandırılmasını, bu konuda hayli yatırım yapmış sektörümüzün kalitesiz malların ve kalitesiz şirketlerin rekabetinden korunmasını bekliyoruz.

Netice itibariyle, 2020 kampanyalarımızın merkezinde üç önemli konu olacak: performans ve tekonoloji seviyesini yükseltmek için “İklim değişikliği”, ölçek büyütmek ve piyasa denetimi için “kayıt dışı ile mücadele” ve nitelikli istihdam artışı için “kadın mühendislerin sektöre mesafelerini azaltmak”.