TÜRKİYE EKONOMİSİNDE HEPİMİZİN MALUMU OLAN KRONİK SORUNLAR VAR. BU SORUNLAR MÜZMİN CARİ AÇIK, YÜKSEK ENFLASYON, TASARRUF AÇIĞI VE SERMAYE DARLIĞIMIZLA BİRLİKTE İSTİHDAM SORUNU. TABİİ ADETA MAHŞERİN DÖRT ATLISI OLAN BU PROBLEMLERİ SAYDIKTAN SONRA BAŞKACA PROBLEMLERİ SÖYLEMEYE DEVAM ETMEK ABES OLACAKTIR. ANCAK MAKİNE SEKTÖRÜNÜN GELİŞMEYE ÇOK AÇIK BİR ENDÜSTRİ OLDUĞUNU BİLİYORUZ. YERLİ KATMA DEĞERİN STRATEJİK OLARAK NE KADAR ÖNEMLİ OLDUĞUNU İSE ÖZELLİKLE TEDARİK ZİNCİRLERİNİN ZORLANDIĞI SALGIN SÜRECİNDE YAŞAYARAK ANLADIK. ŞAYET İHRAÇ EDİLEN YERLİ KATMA DEĞER HEDEFLİ BİR ENDÜSTRİYEL POLİTİKA GÜDÜLÜRSE, ENDÜSTRİYEL DEĞER KOMPOZİSYONUMUZUN KALİTESİNİ ARTTIRARAK YAPISAL OLARAK BİZİ YUKARI ÇEKECEK VE ORTA GELİR TUZAĞINDAN ÇIKARACAK KATMA DEĞERİ YÜKSEK ÜRETİMİN TEMELLERİ DE ATILABİLİR.

Hastaneye gittiğimizde önce ateşimize, tansiyonumuza bakıp sonra kalbimiz ve ciğerlerimizi dinlerler ya... İşte bir ekonominin ateşi, tansiyonu, kalbi, ciğeri gibi ilk bakılacak parametreler de cari açık, enflasyon ve istihdam oranlarıdır.

Bu arada hakkımızı yemeyelim; birincil önemdeki diğer bir makro parametre de büyüme oranıdır. Genel olarak normal bir konjonktürde, büyüme oranı açısından kötü olduğumuzu söyleyemeyiz. İnişli çıkışlı olsa da ortalama yüzde 4’lük bir büyümeyi her devirde yakalamışız.

Söz konusu parametreleri bozan birçok etken var. Ancak bu etkenlerden bir kısmı sınai ürün değer kompozisyonumuzun içerisinde yer alıyor. Şekil 1’deki A, B ve C şirketleri örneğinden hareketle izah etmek istiyorum. Kolaylık olması için her üç şirket de aynı ürünü üretiyor, aynı ciroyu elde ediyor (örneğin 10 milyon dolar) ve üretimlerinin tamamını ihraç ediyor. Aralarındaki tek fark, satış rakamı içerisinde sağladıkları yerli ve ithal katma değer oranları olsun. Görüldüğü gibi her üç şirkette de katma değerin yüzde 30’u grafikte gri renkle gösterilen “Global Sert Zemin” (GSZ) olarak adlandırdığımız ithal edilmesi zorunlu ham madde/ara mamul/komponent veya teknolojileri ihtiva ediyor. Öyle ki bu mamulün değer yapısı içerisinde parasal olarak yüzde 30’unun dış kaynaklardan temin edilmesi zorunludur.

A şirketi, geri kalan değerin de yüzde 50’sini, grafikte turuncu renkle gösterilen ithalatla üretmeyi seçmiş.
B şirketi ise yüzde 30’luk GSZ üzerine turuncu renkle gösterilen yüzde 30’luk ithal değerle üretmeyi yeğlemiş. C şirketi de yüzde 30’luk GSZ üzerine turuncu renkle gösterilen yüzde 10’luk değeri ithal girdiyle sağlayarak üretimini tamamlamış.

Bu durumda aynı ürünü üretir ve piyasa fiyatından satarken, A şirketi yüzde 20, B şirketi yüzde 40, C şirketi ise yüzde 60 Yerli Katma Değer (YKD) ile ürünü tamamlıyor olacaktır.

A şirketinde belli ki montaj yapıldığını söyleyebiliriz. Kırmızı renkle ifade edilen yüzde 20 değerindeki YKD, büyük ölçüde işçilik, kâr, amortisman ve enerji girdisinin yerli üretilen kısmından oluşuyor olabilir.

B şirketinde yüzde 40 olarak gözüken YKD içerisinde, A şirketindekilere ek olarak imalat derinliği olarak adlandırabileceğimiz bazı parçaların ve sarf malzemelerinin de yerli olarak üretildiği ve tedarik edildiğini düşünmek mümkün. C şirketi ise yüzde 60’lık YKD ile görünürde hem imalat derinliği olan hem de yerli bir yan sanayi oluşturmuş daha entegre bir üretimin içinde gibi gözüküyor.

Her üç şirket de üretimlerinin tamamını ihraç ettikleri için “İhraç Edilen Yerli Katma Değer”lerin (İEYKD) sırasıyla 2 milyon dolar, 4 milyon dolar ve 6 milyon dolar olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla her üç şirket de ülkeye 10 milyon dolarlık döviz kazandırıyor gibi gözükse de sağladıkları İEYKD sırasıyla net olarak 2 milyon dolar, 4 milyon dolar ve 6 milyon dolardır.

Takdir edersiniz ki istihdamımızı arttıran, cari açığımızı ve enflasyonumuzu düşüren, büyümemize daha büyük oranda katkı sağlayan ihracat rakamımız değil, toplam değerden net ithalatı düştükten sonra kalan net İEYKD rakamıdır.

Oysa biz, her yıl başında ve bütçemizde ihracat rakamımızı hedef koyuyor; her ay, çeyrek ve yıl sonunda ihracat rakamlarını irdeliyoruz. Doğru olan, hedefe ihracatın yanında İEYKD parametresini de öncelikli hedef olarak koymaktır.

Yüksek bir ihracat hedefi sağlanırken düşen bir İEYKD oranının, makro değerlerimizi aşağı çekebileceği de unutulmamalıdır.

Şayet İEYKD hedefli bir endüstriyel politika güdülürse, endüstriyel değer kompozisyonumuzun kalitesini arttırarak yapısal olarak bizi yukarı çekecek ve orta gelir tuzağından çıkaracak katma değeri yüksek üretimin de temelleri atılabilir. Bölgesel, sektörel, boyutsal... İstihdama, ihracata ve daha birçok kritere göre verilmekte olan teşvikleri YKD’yi arttırıcı yönde toparlamak, bu konuda doğru yönde atılacak bir adım olabilir. Tedarik zincirinde yerlileşmeyi ve kritik yan sanayilerimizin kurulmasını sağlayacak olan yapısal tedbirleri almak zor değildir.

Makine sektörü, bu yönden gelişmeye çok açık bir endüstridir. YKD’nin stratejik olarak ne kadar önemli olduğunu, özellikle tedarik zincirlerinin zorlandığı salgın sürecinde yaşayarak anladık. İEYKD’nin gerek sektörel gerekse firma bazında özgün ve tekil olarak ölçülmesi, bir büyüklük olarak takip edilmesi bugünkü imkânlarla gayet mümkündür. Dolayısıyla bunu parametrik olarak teşviklere konu etmek de mümkün olabilir. Ancak her şeyden önce ölçülmesi, ilanı, kalkınma ve büyüme hedefleri arasında öncelik alması gerekir.