HAZİRAN AYI BAŞINDA BAŞLAYAN “NORMALLEŞME” ÇABALARINA RAĞMEN GÖRÜNEN O Kİ SALGININ YAYILMA HIZI DİZGİNLENEBİLMİŞ DEĞİL. AKADEMİK ÇEVRELERDE, SALGININ BAŞINDAN BERİ KONUŞULMAKTA OLAN “SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI” GERÇEKTEN TEK ÇÖZÜM MÜ? KİMİ UZMANLARSA BUNUN ÇOK TEHLİKELİ BİR YAKLAŞIM OLACAĞINI SÖYLÜYOR. ACABA SALGINLA DAHA NE KADAR YAŞAYACAĞIZ? BULAŞMA NE ZAMAN KONTROL ALTINA ALINABİLECEK?

Sürü bağışıklığı beklentisi niçin tehlikeli? Çünkü virüslerin insan toplulukları içinde bir konakçıdan diğerine atlarken nasıl değiştiğini çok iyi anlamak gerekiyor. Biyolog Theodosius Dobzhansky, 100 yıl önce evrimsel süreçlerin küresel salgınlarda ne denli önemli olduğunu şöyle ifade etmişti: “Biyolojide her şey, evrimle ilişkilendirilmediği sürece anlamını yitirir.” Herkese Bilim Teknoloji dergisinin 12 Haziran tarihli 220’nci sayısında, Reyhan Oksay imzasıyla yayımlanan bir araştırma, aslında yaşadığımız salgın sürecine yönelik çok başarılı bir bakış açısı sunuyor ve virüslerin nasıl evrim geçirdiklerine odaklanıyor. Reyhan Oksay, araştırmasında, “Evrimsel süreçler, yalnızca sürü bağışıklığını daha iyi anlamamıza değil, yeni hastalıkların nereden geldiğine ve nereye gittiğine ilişkin tahminlerde bulunmamıza da yardım eder. Ne yazık ki şu an yaşadığımız krizde evrimsel perspektife gerektiği kadar yer verildiği söylenemez.” derken, salgınla mücadelede evrimin, düşmanımızı daha iyi tanımamıza yardım edeceğinin de altını çiziyor.

VİRÜSLER NASIL EVRİM GEÇİRİYOR?

Bilim insanları, virüslerin binlerce, hatta milyonlarca konakçı üzerinde çoğalmasını bir çeşit klon olarak görme eğiliminde. “Aslında virüs türlerinin her biri, aralarında yakın akrabalık olan suşlardan (virüsün alt türleri) oluşuyor. Bunlar sürekli, ufak da olsa değişime uğruyor. Virologlar bu suşları ‘yarı-tür’ olarak isimlendirirken, bunlar viral genler kopyalandıkça gelişigüzel mutasyonlar sonucu ortaya çıkar.” diyen Oksay, bu süreçte, virüsler büyük bir hızla çoğalırken kopyalama hatalarının da kaçınılmaz hale geldiğini vurguluyor: “İnfluenza virüsleri o kadar hızlı değişir ki, her yıl bizleri yeniden enfekte edebilirler.” Bu alt türler virüs evriminin anahtarıdır. Bunlar yüzünden virüs yalnızca diğer organizmalarla değil, kendisiyle de çatışma halindedir. Her bir suş spesifik bir ortamda hayatta kalmak için yarışır. Yani doğal seçilim virüsler için de geçerlidir. Bu şu demek: Bir virüs konaklayabileceği yeni bir popülasyona sıçradığı zaman, en azından birkaç suş bu yeni ortamda daha başarılı olur. Böylece o türün bütün olarak uyum sağlama ve hayatta kalma olasılığı artar. Bu hızlı evrimsel gelişme, virüslerin niçin en kalabalık organizma olduğunu da açıklıyor. Hızlı evrim ayrıca bir konakçı türünü enfekte etmekte uzmanlaşan bir virüsün, yeni bir konakçıya nasıl olup da kolayca uyum sağlayabildiğine ışık tutuyor. Bunun için doğru koşulların var olması yeterli.
Virüsün evrimi için doğru koşulların oluşmasının önemi 2009’daki H1N1 (Domuz Gribi) salgınında net bir şekilde anlaşılmıştı. Dünyada 250 bin kişinin ölümüne yol açan bu hastalık, influenza virüsünün Meksika’da çok sayıda domuzun bir arada tutulduğu bir çiftlikte ortaya çıktı. Virüsün konakçısını çok kısa bir süre içinde öldürmesi için koşullar çok uygundu, çünkü virüs bir konakçıdan diğerine çok kolay sıçrayabiliyordu. En güçlünün hayatta kalmasını sağlayan bu koşullarda, en saldırgan ve en bulaşıcı suş, daha az ölümcül olan suşa karşı üstünlük kazandı. Bu yeni evrim geçirmiş suş, biyolojik açıdan domuzlara çok benzeyen insanlara sıçradı ve insanlarda vaka sayısı hızla arttı. Covid-19 olarak tanıdığımız “SARS-CoV-2” de benzer koşullarda ortaya çıkmış gibi duruyor. Reyhan Oksay, “Büyük bir olasılıkla yarasalardan kaynaklanmış olmalı, zira yarasalar sıra dışı metabolizmaları sayesinde çok sayıda virüse ev sahipliği yapar ama hastalanmazlar. Virüsün yayılma odağı olarak belirtilen orman hayvanları pazarında, virüsün ara formlarının da dolaşıyor olması çok büyük bir olasılık. Çin’in Wuhan kentindeki insan kaynayan bir hayvan pazarı, Covid-19’un en bulaşıcı suşuna, aralarında insanların da olduğu çeşitli konakçı türlerine başarıyla uyum sağlaması için doğru koşulları sunmuş olabilir.” diyor. Özetle, bu koşulları insanlar yaratmış oluyor, çünkü salgınlar çiftlikler ve hayvan pazarları gibi insan ve hay- vanların birbirine çok yakın bulunduğu ortamlarda ortaya çıkıyor. Belki virüslerin evrim geçirmesini engelleyemeyiz, ama bu koşulları değiştirerek olası salgın risklerini azaltabiliriz.

VİRÜLANS NEDİR? NİÇİN DEĞİŞİYOR?

Domuz gribine evrimsel bir perspektiften bakarsak Covid-19’un gelecekte nasıl davranacağı hakkında da öngörü sahibi olabiliriz. H1N1, salgının merkezinden uzaklaşıldıkça şiddetini yitirmeye başlamıştı. Bu, tüm virüsler için geçerli bir kural. Covid-19’un da benzer trendi izleyip izlemeyeceğini öğrenmek için virüsün yayıldıkça virülansının (hastalığa neden olma yeteneğini) niçin değiştiğini de anlamamız gerekli. Buradaki anahtar kural, virüsün öldürücülük derecesiyle yayılma başarısı arasında genel olarak bir değiş tokuşun işlerlik kazanması. Bir mikrop başka bir konakçıyı enfekte etmeye vakit bulamadan tüm konakçılarını öldürürse, kendisi de yok olup gider. Dolayısıyla virülansı çok yüksek olan bir suş, konakçılarının çok kalabalık olduğu yerlerde çoğalıp gelişirken daha geniş bir popülasyona sıçrarsa, doğal seçilim, virülansı düşük virüslere avantaj tanır. Kısaca, ölü konakçılar yolculuk yapamaz ve virüsü başka konakçılara taşıyamaz. Bu mantıktan yola çıkarsak, Covid-19’un virülansını yitirmesi bekleniyor. Tahminde bulunmanın iki yolu var. Bunlardan ilki, zaman içinde Covid-19’dan ölen kişilerin sayısının azalıp azalmadığını saptamak ki evrensel testlerle kaç kişinin enfekte olduğunu ve bunların yüzde kaçının öldüğünü kaydetmek bir fikir verebilir. Bu bilgiye bugün sahip değiliz; elimizde sadece dar kapsamlı yerel veri kümeleri bulunuyor. Bir diğer yol ise daha zor olan, “gerçek zamanlı patojen” evrimini izleme yaklaşımı. Bu yönde ilk adım 2018 yılında “Nextstrain” adı verilen projeyle atılmıştı. Batı Nil virüsü ve Zika ile başlayan bu girişim, şimdi SARS-CoV-2 ile ilgileniyor. Bu çalışma, virüsün dünya kamuoyuna açılan gen haritalarıyla, virüsün dünyaya yayılırken nasıl değiştiğini gösteren analizlerin karşılaştırılmasına dayanıyor. Örneğin, Basel Üniversitesi’nden Emma Hodcroft ve ekibi, proje kapsamında virüsün genetik malzemesiyle virüsün kendisini zaman içinde defalarca kopyalaması sonucu oluşan küçük değişiklikleri karşılaştırıyor. Virüsün evrimsel yaşam öyküsü olarak tanımlanabilecek filogeni üzerinden virüsün zaman ve mekânda nasıl yayıldığı izlenebilecek. Hodcroft, Covid-19’un genetik olarak pek fazla değişmediğini söylüyor: “Bugüne dek izlediğimiz farklılıklar önemsiz. RNA virüsü olarak Covid-19’da 30 bin baz bulunuyor. 29 bin bazda şimdilik 40 farklılık bulduk. Doğal seçilimin etkisini göstermesi için aradan yeterli bir süre geçmiş değil. Ayrıca virüsün virülansını azaltması için ne kadar genetik değişiklik geçirmesi gerektiğini bilmiyoruz.” Ancak İspanyol Biyoteknoloji Merkezi’nden Susanna Manrubia farklı bir görüş bildiriyor ve “Tek bir mutasyon, eğer doğru yerde meydana gelirse, virüsün insan popülasyonunu nasıl etkileyeceğini temelinde değiştirebilir.” diyor. Diğer taraftan Covid-19’un virülansını hiç kaybetmeme olasılığı da var. Manrubia’nın bu konudaki görüşleri şöyle: “Evrimsel tahminler hava tahminlerine benzer. Çok fazla değişken sürece müdahale eder. Bu virüs başarılı bir şekilde yayılıyor. Dolayısıyla kısa vadeli evrimsel değişiklikler gerekli olmayabilir.”