BİR YANDAN SALGINLA MÜCADELE DİĞER YANDAN ABD'DEKİ BAŞKANLIK YARIŞI DERKEN ASYA’DA SESSİZ SEDASIZ “DÜNYANIN EN BÜYÜK SERBEST TİCARET ANLAŞMASI” ÜZERİNDE UZLAŞIYA VARILDI. 10 AESAN ÜLKESİ İLE ÇİN, JAPONYA, GÜNEY KORE, AVUSTRALYA VE YENİ ZELANDA’NIN KATILIMIYLA İMZALANAN BÖLGESEL KAPSAMLI EKONOMİK ORTAKLIK ANLAŞMASI (RCEP) KÜRESEL GSYİH’NİN ÜÇTE BİRİNİ VE 2,2 MİLYARLIK BİR NÜFUSU KAPSIYOR.

Aslen 2012’den bu yana süren müzakere turları ve bakanlıklar seviyesinde yapılan görüşmelerin ardından Kasım ayı ortasında düzenlenen 37’nci Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (ASEAN) Liderler Zirvesi’nde imzalanan Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması'nda (Regional Comprehensive Economic Partnership RCEP) Doğu Asya’nın 15 ülkesinin imzası bulunuyor. 10 ASEAN ülkesinin yanı sıra Çin, Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın da dâhil olduğu RCEP, küresel GSYİH’nin üçte birini ve 2,2 milyarlık bir nüfusu kapsıyor oluşuyla önem taşıyor. Anlaşmayla birlikte 15 ülke arasındaki tarifelerin kademeli olarak düşürülmesi, korumacılığın zayıflaması, karşılıklı yatırımların artması ve bölgede ticari malların serbest dolaşımı öngörülüyor. Bu kapsamda, yapılan öncü araştırmalara göre, önümüzdeki 10 yıl içinde RCEP sayesinde küresel ticarette 200 milyar dolarlık bir artış yaşanacağı tahmin ediliyor.

15 ÜLKENİN ÜRÜNLERİ TEK MENŞE KABUL EDİLECEK

ASEAN ülkelerinin tüm ticaret anlaşmalarında menşe kuralları değişiklik gösterirken, RCEP anlaşmasının ürünün menşeine ilişkin bulanıklığı ortadan kaldırması öngörülüyor. Yani, Avustralya’da üretilen yün Çin’e gümrüksüz girecek ve kumaşa dönüşüp Taylan’a gümrüksüz sev edilerek elbiseye dönüşebilecek; ardından Japonya’ya yine gümrüksüz ithal edilebilecek. Singapur merkezli Asian Trade Centre Direktörü Deborah Elms bu durumu, “Endonezya’da yapılan bir bisiklet eskiden Japonya ile yapılan STA kapsamında kabul edilse de Güney Kore ile yapılan anlaşmaya giremeyebiliyordu. Tüm bu farklılıklar RCEP’le ortadan kalkıyor. RCEP içinde üretilen bir ürün, tüm 15 ülke için geçerli oluyor. Ve tek bir belgeyle bunu yapabiliyorsunuz.” sözleriyle açıklıyor.

ABD VE HİNDİSTAN ANLAŞMADA YER ALMIYOR

Hindistan en başından bu yana müzakerelere katılmış ancak hizmetler ve tarım sektörüyle ilgili çekinceleri nedeniyle (Çin ürünlerinin Hindistan'a ucuz fiyatlarla girmesi endişesiyle) RCEP müzakerelerinden çekilmişti. 2019’da müzakerelerden çekilmişti. Hindistan’ın çekilme kararında ABD’nin etkili olması ihtimali de dile getirilen görüşler arasında yer alıyor. Çünkü Hindistan’ın da RCEP’e dâhil olması anlaşmanın kapasitesi ve kapsamını daha da genişletebilirdi. Bununla birlikte anlaşma kapıları Hindistan’a tamamen kapatılmış da değil. Analistler, RCEP’in Trump- Biden geçiş döneminde imzalanması manidar bulmakla birlikte, Asya’daki mevcut ilişkilerin çetrefilli durumu da gözler önüne seriliyor. Özellikle Avustralya ve Japonya gibi savunma güvenlik alanlarında ABD tarafında pozisyon alan ve Çin’in bölgedeki asimetrik askeri varlığını güvenlik tehdidi olarak değerlendiren iki ülkenin bu anlaşmayla Çin’in ekonomik müttefiki olması dikkat çekici bir gelişme.

ÇİN’İN BÖLGESEL NÜFUZU ARTIYOR

Bu durum diğer yandan Çin’in ve diğer ülkelerin meseleleri ayrıştırabilme kapasitelerine de işaret ediyor. Bu yolla bölge ülkeleri, uzun vadeli askeri tehdit gündemlerini devam ettirebilirken, doğrudan kısa vadeli ekonomik-ticari çıkarlarını gözettiklerini de ortaya koyuyorlar. RCEP’in Çin açısından da önemi büyük: Çin genellikle iki taraflı ticaret anlaşmalarını tercih ederken, ilk kez bölgesel çok taraflı bir anlaşmaya imza atmış oldu. Bu şekilde Batı’da çok taraflılığın zayıfladığı bir dönemde, Çin’in ve bölge ülkelerinin bu hamlesi Asya’nın yükselişinde önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Bununla birlikte Çin’in, Japonya ve Güney Kore ile üçlü bir serbest ticaret anlaşması için 2012’den bu yana görüşmelere devam ettiğini de hatırlatmalıyız. Ayrıca RCEP’in, Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi” ile uyumlaştırılmasıyla kapasitesini arttırabileceği de değerlendiriliyor. Öte yandan bu anlaşma, Çin’in Asya-Pasifik’teki bölgesel nüfuzunu arttırma arayışının bir parçası olarak da görülebilir.

ABD VE AVRUPA DEZAVANTAJLI KONUMA DÜŞEBİLİR

RCEP, ABD’nin bir önceki Başkanı Obama’nın “Asya’ya Dönüş-Asia Pivot” stratejisinin önemli bir ayağı olan Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nın (Trans-Pacific Partnership-TPP) bir benzeri olarak görülebilir. Obama, başkanlığı döneminde TPP’yi oldukça önemsiyordu ve ABD’nin böyle bir organizasyona liderlik etmemesi durumunda, kurallarını Çin’in belirleyeceği yeni bir denklemin oluşabileceği tehdidini vurguluyordu. Trump ise ABD başkanı seçilir seçilmez TPP’den çekilmişti. Şimdi oluşan bu boşluğu RCEP ile Çin doldurmuş gibi gözüküyor. Peki, AB açısından RCEP nasıl bir anlam taşıyor? Öncelikle söylemeliyiz ki AB’nin RCEP üyesi ülkeler Güney Kore, Singaupur ve Vıetnam ile yaptığı STA’ları bulunuyor ve bu STA’ların içerikleri RCEP’ten çok daha zengin ve kapsamlı. Bu STA’lar hem daha yüksek oranda gümrük indirimleri hem de norm ve standartların harmonizesini içeriyor. Diğer yandan RCEP’te birçok tarım, makine ve tekstil ürünleri gümrük indirimleri kapsamında bulunmuyor ve bu durum AB’li işletmeler için dezavantaj yaratmıyor. Dolayısıyla AB açısından düşündürücü olan RCEP’in stratejik anlamı: Önemli bir bölgenin daha fazla Çin etkisine girmesi ve Batı’nın etkinliğinin azalması... Bu kapsamda AB içerisinde hâkim olmaya başlayan görüş, Hindistan ile özellikli bir iş birliği sürdürmek çerçevesinde şekillenmeye başlamış durumda. Özetle, ABD ve Avrupa’nın RCEP dışında kalması, şirketlerinin Asya-Pasifik bölgesinde rekabetçiliğini azaltacak ve dezavantajlı bir konuma düşürecektir. RCEP ile çoğunlukla bölgesel ekonomik bütünleşmenin ve bölgesel tedarik zincirlerinin güçlenmesi beklenirken, Biden döneminde TPP’nin tekrar canlandırılıp canlandırılmayacağı ve anlaşmanın RCEP’e taraf ülkelerin parlamentolarındaki onay süreçleri önümüzdeki dönemde takip edilecek önemli konular arasında yer alacaktır.

ANLAŞMA NE İÇERİYOR? ARTILARI VE EKSİLERİ...

RCEP anlaşmasının ana içeriği üye ülkeler arasındaki gümrük vergilerinin kaldırılması: Anlaşma, üye ülkeler arasında gerçekleşen ticaretin yüzde 65’inde kotaların ve gümrük tarifelerinin derhâl, kalan tarifelerin ise 20 yıl içinde kademeli olarak tüm ticaretin yüzde 90’ını kapsayacak şekilde kaldırılmasını öngörüyor. Ancak anlaşmada, imzacı ülkelerin ekonomilerindeki zayıf ve hassas alanları korumak için sektörel bazda gümrük arttırımı yapabilmelerine olanak sağlayacak hükümler de bulunuyor. Bu durum anlaşmanın zayıf yönü olarak öne çıkarken, anlaşmanın güçlü tarafı ise menşe kuralı konusundaki maddeleri olarak gösteriliyor. Buna göre, Asya’daki mevcut ikili ya da çok taraflı STA’lara rağmen, tedarik zincirinde malların farklı parçalarının farklı ülkelerde üretilmiş olmasından dolayı gümrük vergisi ödeme zorunluluğu ortaya çıkabiliyordu. Ancak RCEP’in menşe kuralı hükümleri şirketlere, blok sınırları içinde kalmak kaydıyla, hiçbir vergi ödemeden tedarik zinciri oluşturmaları imkânı tanıyor. Böylece RCEP sayesinde Kuzey Doğu Asya ile Güney Doğu Asya ekonomileri birbirine bağlanmış oluyor. Bu durum ayrıca, ABD ya da diğer Batı ülkelerinden Çin’e karşı oluşabilecek olası bir ekonomik yaptırım kararında, Vietnam, Tayland ya da Malezya gibi ülkelerde yapılacak yatırımlarda Çin mallarının rahatça kullanılabilmesinin de önünü de açıyor.

ASYA “YENİDEN” KÜRESEL EKONOMİNİN MERKEZİ OLUYOR

Anlaşmayla birlikte, Çin hem geçiş dönemindeki Trump’ın korumacı politikalarına karşı bir “zafer” kazanmış hem de ABD’nin dışarıda bırakıldığı bir ticaret ortaklığı ile bölgesel ekonomi-politik nüfuzunu tahkim etme stratejisinde yeni ve önemli bir adım atmış görünüyor. Japonya ise özellikle otomotiv sanayisinde tarifelerin kaldırılmasıyla anlaşmaya taraf olan ülkeler arasında ekonomik açıdan en fazla avantaj sağlayabilecek ülke olarak öne çıkıyor. RCEP, öyle ya da böyle küresel ekonomik gücün Asya-Pasifik’e kaydığı söylemine yeni argümanlar da ekleyecektir. Bu anlaşmayla birlikte önümüzdeki dönemde sadece ekonomik çıktıların değil, çok taraflılığın, uluslararası kurumların etkinliğinin, ABD’nin bölgedeki girişimlerinin, Çin’in nüfuz arayışının, bölge ülkelerinin savunma-güvenlik gündemlerinin sıkça tartışıldığı yeni bir düzlem beklenebilir.

“İLERİYE DÖNÜK BÜYÜK BİR ADIM”

Anlaşmanın imza törenin konuşan Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong, RCEP anlaşmasını büyük bir dönüm noktası olarak niteleyerek, “Sekiz yıl boyunca yapılan 46 müzakere ve 19 bakanlık düzeyinde görüşmelerin ardından bugünlere geldik. Bu süreçte yorulmadan çalışan ilgili ülkeler ve bakanların çabalarına çok minnettarım. Küresel büyümenin yavaşladığı bu zamanlarda RCEP anlaşmasının ileriye dönük büyük bir adım olacağına inanıyorum.” Derken, Malezya Uluslararası Ticaret Bakanı Muhammed Azmin Ali ise RCEP'in kan, ter ve gözyaşıyla örülmüş sekiz yıl süren pazarlıkların sonucu varılmış bir anlaşma olduğunu belirterek, bölgede yeni bir dönemin başlayacağını söyledi.

OBAMA’NIN EN KÖTÜ SENARYOSUNU TRUMP GERÇEKLEŞTİRDİ

RCEP anlaşmasından önce masada olan TPP, ABD’nin kurallarını koyduğu ve Çin’in saf dışı bıraklıdığı, RCEP’e oldukça benzer bir anlaşmaydı. Hatta dönemin ABD Başkanı Obama, TPP’yi, “Eğer Asya’da kuralları biz yazamazsak, Çin gelip yazacak ve kendi kurallarını dayatacak” sözleriyle savunuyordu. Ancak 2017’de Trump ABD Başkanı olunca, korumacılık akımını körükleyerek TPP’den çekildi. Çin, Obama’nın ateşli şekilde işaret ettiği gibi üç yıl içinde TPP’ye taraf olan ülkeleri kendi etrafında topladı; tıpkı Obama’nın söylediği gibi kuralları oluşturdu ve Asya’da çok büyük bir söz sahibi olarak Obama’nın tarif ettiği en kötü senaryoyu gerçeğe dönüştürdü. Peki, şimdi ne olacak? Yeni ABD Başkanı Biden, TPP dönemindeki stratejik ortakları Japonya, Avustralya ve Güney Kore’yi RCEP’ten çekilmeleri konusunda sıkıştıracak mı? Yoksa RCEP’e katılarak, bir şekilde RCEP’in ortaya koyduğu büyük pastadan mümkün olan en iyi payı almak için çalışacak mı? Uzmanlar, her iki senaryonun da mümkün olabileceğini söylüyor. Biden, medyaya yansıyan kimi söylemlerinde “İttifakları Çin’e karşı seferber edeceğim.” dese de Çin ile girişilecek yeni bir soğuk savaşın faturası, zaten ciddi bir ekonomik kriz içindeki ABD ekonomisine daha fazla yük oluşturabilir. Diğer yandan Obama döneminde Başkan Yardımcısı olan Biden’in uluslararası ittifaklara verdiği önemden hareketle, ikinci senaryoya yönelik adımların kuvvetle beklenebileceği yorumları da ABD medyasında güçlü şekilde dile getirilmeye başlandı.