TÜRKİYE’DE TEKNOLOJİ ÜRETİMİ SINIRLI SAYIDA ŞEHİRDE GERÇEKLEŞİYOR. BU DAR ÜRETİM KÜMESİNE BAŞKA İLLERİ NASIL EKLEYECEĞİMİZİ, İLLER BAZINDA İNSAN SERMAYESİNİ GELİŞTİRECEK POLİTİKALARI NASIL ÖNCELİKLENDİRECEĞİMİZİ, TEKNOLOJİK DÖNÜŞÜME UYGUN İNSAN KAYNAKLARINI ŞEHİRLER BAZINDA NASIL PLANLAYABİLECEĞİMİZİ DE DÜŞÜNMEK ZORUNDAYIZ.

Dünya Ekonomik Formu tarafından en son açıklanan “Geleceğin Üretimine Hazırlık Raporu”nda, pek çok değişken bazında, ekonomilerin teknolojik altyapısını ölçmeye çalışan bir endeks yer alıyordu. Çalışmaya göre, Türkiye’nin en iyi olduğu iki alan, ölçek ve talep yapısı olarak dikkat çekerken, her iki alan da bütünüyle Türkiye’nin hem sayıca hem de genel nüfus içerisinde payı yüksek olan genç nüfusundan kaynaklanıyor ve aslında genç nüfusun teknoloji talebini ortaya koyuyor. Diğer yandan, aynı çalışma, genç nüfusun da içinde olduğu insan sermayesi noktasında Türkiye’nin en kötü dereceye sahip olduğunu da bize söylüyor. Raporda Türkiye’nin teknolojik dönüşüme uygun bir altyapısının olduğu söylenmekle beraber bunu başarabilecek olan insan sermayesinde bir sorun olduğuna dikkat çekiliyor. Bir diğer çalışma olan “Accenture Dijitalleşme Endeksi” çalışmasında ise finansal hizmetler sektörü dijitalleşme performansı açısından Türkiye’de lider konumda yer alırken, istisnai birkaç sektör hariç imalat sanayisi sektörlerinde önemli bir dijitalleşme görülmediğine vurgu yapılıyor. Yine, “Türkiye’nin Sanayide Dönüşüm Yetkinliği” adlı raporda ise; şirketlerin büyük çoğunluğunun sanayide dijital dönüşüm konusunda bilgi ve ilgi seviyelerinin yüksek olduğu belirtilirken, dönüşüme hazır olduğunu düşünen şirketlerin oranı nispeten düşük görünüyor.

İster Ar-Ge ve inovasyon denilsin, isterse dijitalleşme başlığı altında ele alınsın, her durumda Türkiye’nin görünen sorunlarının başında insan kaynağı geliyor. Ekonomik ilerleme, ileri beceriler ve yeterliliğe bağlıdır. Küresel Beceriler Endeksi’ne (GSI) göre, bir ülke için kazanılan her bir beceri yeterlilik yüzdesi, kişi başına geliri 600 dolar kadar artırıyor. Becerilerin ele alındığı endeksler incelendiğinde ise Türkiye’nin Ar-Ge harcaması olarak görece iyi durumda olduğu, buna karşılık öncü teknolojilerin kullanımı, benimsenmesi ve uyarlanmasıyla ilgili endüstride devam eden faaliyetlerde geri kaldığı anlaşılıyor. Ar-Ge harcamasında görece iyi durumda olan Türkiye'de, özellikle kamusal Ar-Ge desteklerinin etkili olduğunu biliyoruz. Analiz sonuçları, özellikle verimlilik düzeyi yüksek olan firmalara kullandırılan Ar-Ge desteklerinin firma performansına etkisinin çok daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Verimlilik düzeyi yüksek olan firmaların aynı zamanda Ar-Ge performansının da yüksek olduğu düşünüldüğünde, ihracat ve verimlilik kavramlarının Ar- Ge ile ele alınması gereken unsurlar olduğu anlaşılıyor. İhracat kavramında ön plana çıkan unsur ise ileri teknolojili ürün ihracatıdır. Oransal olarak Türkiye’nin ileri teknolojik ürün ihracatının ithalatı karşılama oranının hiçbir yıl yüzde 14’ün üstüne çıkamadığını verilerden okuyabiliyoruz. Türkiye’nin son 10 yıldaki genel ihracat performansıyla karşılaştırıldığında -ister mutlak değer, isterse oransal olarak ele alınsın- ileri teknoloji ihracatındaki performansın yeterli olmadığını net şekilde görüyoruz. “Konu, ihracatın teknoloji sorunu mu? Yoksa ülkenin genel bir teknolojik sıçramaya mı ihtiyacı var?” diye baktığımızda da karşımıza farklı bir tablo çıkıyor. Karşılaştırmalı analizler, ülkemiz ekonomisinde hem imalat hem de hizmet sektörlerinde bir teknoloji sorununun varlığını ortaya koyuyor. Üniversite mezunu ve/veya bilim ve teknoloji alanında istihdam edilen personelin toplam istihdam içindeki payına göre Türkiye, Romanya’dan sonra AB ülkeleri içerisinde en düşük orana sahip ülke konumunda yer alıyor: Mühendis ve bilim insanı sayısının, ileri teknolojili imalat ve bilgi yoğun ileri teknolojili hizmet sektörleri istihdamı içerisindeki payına göre Türkiye yüzde 8,3’lük oranla tüm AB ülkeleri içerisinde en düşük orana sahip ülke konumunda. Söz konusu analizler ülke düzeyinden aşağı çekilerek şehirler bazında ele alındığında ise karşımıza merkeziyet sorunu çıkıyor. İstanbul ve Ankara’nın ilk sıralarda yer aldığı bu yarışta, Ankara’nın genel ekonomik boyut olarak görece küçük olmasına rağmen İstanbul ile teknolojide yarıştığı anlaşılıyor. İstanbul’daki Ar-Ge personeli sayısı Ankara’nın yüzde 50 üzerinde olsa da Ar-Ge har- caması olarak ele alındığında Ankara, İstanbul’a kıyasla öne çıkıyor. Ar-Ge personeli başına düşen Ar-Ge harcamasında Ankara 287 bin TL ile, 151 bin TL’lik İstanbul’un oldukça üzerinde bir değere sahip görünüyor. Yapılan Ar- Ge harcamasının o ilin milli gelirine oranı hesaplandığında da Ankara’da yüzde 3,7 olan oran, İstanbul’da yüzde 0,9 olarak gerçekleşiyor. Diğer yandan, teknoloji yatırımlarına bakıldığında, son 20 yılda gerçekleştirilen yatırımların yüzde 18’inin İstanbul’da olduğu ve ikinci sırada Ankara’nın yer aldığını görüyoruz. İlk altı ilin ileri teknoloji yatırımlarından aldığı pay ise yüzde 68 olarak karşımıza çıkıyor. Yalnızca yeni yatırımlar olarak ele alındığında ise Ankara, yatırım miktarına göre yatırım yeri tercihinde ilk sırada bulunurken, yeni yatırım sayısında İstanbul yine ilk sıradaki yerini koruyor. Son 10 yıl ve son üç yıla ilişkin ileri teknoloji yatırım verileri de yoğunlaşmaya işaret ediyor. Analiz sonuçları, uzun döneme kıyasla son üç yıl içerisinde orta-yüksek ve yüksek teknolojili yatırımların konsolide olmaya başladığını ve İstanbul ve Ankara’ya yoğunlaştığını gösteriyor. Yatırımların dışında Ar-Ge ve inovasyona ilişkin diğer göstergeler de İstanbul ve Ankara’ya işaret ediyor. İstanbul, hangi gösterge alınırsa alınsın diğer şehirlerin ötesinde bir yapı sergilerken, analiz sonuçları İstanbul’un kendi içinde ve kendi başına yeterli bir model olduğunu bize söylüyor. Sınırlı sayıda şehir üzerinden yürüyen teknoloji üretim yarışına başka illeri nasıl ekleyebiliriz? İller bazında insan sermayesini geliştirecek politikalar nasıl önceliklendirilir? Teknolojik dönüşüme uygun insan kaynağı şehirler bazında planlanabilir mi? Bölgeler bazında teknoloji merkezleri kurulabilir mi? Şehirler arası iş ağları nasıl mümkün olabilir? Politika yapıcıların, bu soruları ciddi şekilde ele alması gerektiğine inanıyorum.