Uluslararası platformda sayısal açıdan en çok yasal düzenleme yapılan konular arasında fikri ve sınaî mülkiyet hakları yer almaktadır. 21 yüzyıla damgasını vuran...

Uluslararası platformda sayısal açıdan en çok yasal düzenleme yapılan konular arasında fikri ve sınaî mülkiyet hakları yer almaktadır. 21 yüzyıla damgasını vuran önemli gelişmeler arasında ekonominin küreselleşmesi, bilgi teknolojilerinin gelişmesi ve sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş süreci sayılabilir. Bu süreç içinde, teknolojik gelişmelerin ticari alanda uygulamaya konulması yeni mal ve hizmetlerin geliştirilmesine yol açmanın yanı sıra büyük zihinsel faaliyetler sonucunda ortaya çıkan bu yeni mal ve hizmetlerin izinsiz kullanımına da olanak tanımaktadır. İşte bu konuyla ilgili en önemli yasal düzenlemelerden biri patent sistemine ilişkindir.

Yapılan yatırımların ve çalışmaların sonucu olarak katma değer yaratacak bir buluş ortaya çıkarıldığında ve piyasaya sürüldüğünde, rakiplerin aynı zahmeti çekmeden ve aynı maliyetlere katlanmadan buluş konusu ürünü veya üretim yönetimini taklit etmemesi için bir önlem alınmalıdır. Patent sistemi, buluşların korunmasında kullanılan en önemli yasal araçların başında yer almaktadır. Patent hakkı, buluş sahibine buluşu üzerinde belirli bir süre için mutlak ve inhisarı yetki sağlar. Bu hak buluş sahibine, izinsiz kullanmalara engel olmak yetkisi ile beraber, hakkını üçüncü kişilere devretmek ya da belirli bir süre için üçüncü kişilerin buluştan yararlanmasına izin vermeyi de kapsar. Patent sisteminin temel amacı teknik, ekonomik ve sosyal gelişmenin sağlanmasıdır. Bu gelişmelerin sağlanabilmesi için toplumun teknolojik gelişmişlik düzeyinin yükseltilmesi, teknolojik seviyenin yükseltilebilmesi için de teknik alana buluşların ve yeniliklerin ilave edilmesi, yani teknik alanın zenginleştirilmesi gerekir. Ancak teknik alanın zenginleştirilmesi kolay değildir. Bunun yapılabilmesi için gerçekten yeni buluşlar ortaya çıkartılmış olmalıdır. Yeni buluşların ortaya çıkartılabilmesi ve böylece teknolojik gelişmenin sağlanabilmesi için, yenilik üretenlerin teşvik edilmeleri gerekir. Çünkü yeni buluşların ortaya çıkartılabilmesi için emek, zaman ve sermayeye ihtiyaç vardır. Buluş yapmak için çaba harcayan kimse bu çabasının karşılığını alamadığı takdirde, bir daha buluşlar ortaya çıkarmak için uğraşmayacaktır. Bu nedenle, ortaya buluş çıkartan kimselerin desteklenmesi teşvik edilmesi gerekir.

 

Hukuki anlamda buluş yapanlar için en büyük teşvik, buluş yapanların etkili bir korumaya sahip olmasıdır. Etkili bir koruma sağlandığı takdirde kişi veya firmalar, ortaya çıkardığı yenilikler kendilerinde sır olarak saklanmayacak ve toplumla paylaşılacaktır. Açıklanan bu yeni bilgilerin kullanılması suretiyle daha başka yenilikler gerçekleştirileceği düşünüldüğünde, toplumun teknolojik gelişmişlik düzeyi de yükselecektir. O halde, patent sistemi bir yandan yeni şeyler ortaya çıkartan buluşçuları teşvik ederken, diğer yandan toplumun menfaatlerini gözetmek durumundadır. Yani patent sistemi ile hedeflenen, kamunun menfaatleri ile bireyin menfaatleri arasında bir denge kurmaktır. Kamunun ulaşılabilir nitelikteki bilgilerden kayıtsız ve şartsız yararlanabilme konusundaki haklı çıkarıyla, buluşu ortaya çıkartmak için emek, zaman ve sermaye harcayan veya yatırımda bulunan kişi ve kurumların ödüllendirilmelerini istemeye yönelik çıkarları arasında paralellik sağlamak patent sisteminin temel amacını oluşturmaktadır. Değişik sanayi altyapısı, teknolojik gelişmişlik düzeyi ve ekonomik özelliklere sahip ülkelerin var olduğu dünyamızda, ekonomik ve teknolojik gelişme ile sınaî mülkiyet haklarının, özellikle “patentlerin” ilişkisi pek çok araştırmacı tarafından sürekli tartışılmaktadır. Özellikle 1995 yılında yürürlüğe giren ve bugün 150’den fazla ülkenin taraf olduğu Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş (DTÖ) Anlaşması ve bu Anlaşmanın eklerinden biri olan Ticaretle Bağlantılı Fikri ve Sınaî Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPS) kapsamında fikri ve sınaî mülkiyet haklarının tüm ülkelerde etkin ve eşit biçimde korunması zorunluluğu doğmuştur. Bu zorunluluk kapsamında ülkeler mevzuatlarını TRIPS Anlaşmasına uygun hale getirme ve etkin koruma sistemlerini kurma yolunda çalışmalar yürütmeye başlamışlardır. Bir ülkede korumanın olmaması halinde başka ülkelerde korunan ürünlerin, bu ülkede üretilip, koruma kapsamındaki diğer ülkelere pazarlanması da mümkün değildir. Günümüzde özellikle 1995 yılında yürürlüğe giren TRIPS Anlaşmasının yürürlüğe girmesi sonrasında korumanın olmadığı ülkelerin sayısının çok azaldığı ve bunların da sadece sanayisi hiç gelişmemiş ülkeler olduğu göz önüne alındığında patent hakkı ile korumamanın hiçbir avantajı kalmamaktadır.

Sanayi ve teknolojik faaliyetlerin göstergesi olarak buluşların ekonomik büyümeye etkisi üzerine pek çok araştırma yapılmıştır. Ulaşılan sonuçlar bilimsel ve teknolojik faaliyetlerin buluşlara ve yeniliklere yol açarak ülkelerin ekonomik büyüme ve gelişmesine katkıda bulunduğu yönündedir. O halde gelişmiş ülkelerin ekonomik bakımdan gelişmesinde en önemli etken yeni teknolojilerin üretilmesi, teknolojik gelişmelerin sanayiye uygulanması ve bu gelişmelerin diğer ülkelere pazarlanmasıdır. Bu teknolojik gelişimin göstergesi olarak kullanılabilecek en önemli göstergelerin başında patentler gelmektedir. Ülkelerin patent sayıları ile Gayri Safi Milli Hâsılaları (GSMH) arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya yönelik çalışmalarda bu iki değişken arasında istatistiksel anlamda önemli bir ilişki olduğu ve bu ilişkinin çift yönlü bir etkiye sahip olduğu sonucuna varılmıştır. Başka bir ifade ile günümüzde yaygın olarak benimsenen ve araştırmalarla da desteklenen görüşe göre ülkelerin zenginliği arttıkça patent koruması önem kazanır ve patent korumasına verilen önem arttıkça da ülkelerin zenginliği artar. Amerika ve Japonya gibi günümüzün güçlü ekonomileri ile Çin ve Güney Kore gibi günümüzün yıldızı parlayan ekonomilerinin patent istatistikleri bu görüşü doğrulamaktadır. Söz konusu ülkelerde patent başvuruları yıllık birkaç yüz binle ifade edilen sayılara ulaşmıştır. Ancak Türkiye’de tüm sektörlerde ihmal edilen bir konu, üretim ve kaliteye önem verildiği kadar, inovasyon, Ar-Ge ve başta patent olmak üzere sınaî mülkiyet haklarının sanayicilerimiz tarafından tam olarak anlaşılamaması ve buna paralel olarak kullanılmaması sonucunda rekabet gücünün istenen seviyeye getirilememesidir. Türkiye’de patent korumasının tarihi gelişimini incelediğimizde, bu alandaki ilk yasal düzenlemelerin Osmanlı Döneminde yapıldığını görmekteyiz. İlk olarak 1879 tarihli İhtira Beratı Kanunu ile patent koruması alanında dünyada pek çok ülkeden önce hareket edilmiştir. 1990’lı yılların başlarında Türkiye bir yandan Avrupa ile Gümrük Birliği müzakerelerini diğer taraftan da DTÖ görüşmelerini sürdürürken, gelecekte uluslararası ticaretin patent ve diğer sınaî mülkiyet haklarının etkin ve uluslar arası standartlarda korunması temeline dayandığı ve bu hakları etkin biçimde korumayan ülkelerin ekonomik güçlükler ve belki de çok önemli yaptırımlara maruz kalacağı gerçeğini dikkate almış ve Türkiye’de etkin bir patent ve sınaî mülkiyet koruması için gerekli tüm sistemi uluslararası anlaşmalarla uyumlu ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi eş değer biçimde kurmayı hedeflemiştir. Bu hedefe ulaşmanın ilk adımı, Türk Patent Enstitüsü’nün (TPE) 24 Haziran 1994 tarihinde kurulmasıyla atılmıştır. Bu adımı, 27 Haziran 1995 tarihinde aralarında 551 Sayılı Patent Hakları’nın Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) olmak üzere diğer sınai mülkiyet haklarına ilişkin KHK’ların yürürlüğe girmesi izlemiştir. Ancak, etkin bir patent sisteminin varlığı için bu yeterli değildir ve bu kez geçmişte yapılan hatalar tekrar edilmeyerek, Enstitünün kurulmasından sonra da tüm dünya ile uyumlu bir sisteme sahip olmak adına gerekli çalışmalar devam etmiştir. Ülkemiz açısından patent korumasına ilişkin daha detaylı bir değerlendirme yapıldığında, gelişmiş olan ülkelere nazaran patent başvuru sayılarının ülkemiz potansiyelini yansıtmadığı görülecektir. Ancak son yıllarda Türkiye’de yapılan toplam patent başvurularını ve yerli patent başvurularını değerlendirdiğimizde, sayıların önemli bir artış trendi içinde olduğunu görebiliriz. Aşağıdaki tablodan 2000 – 2009 yılları arasında Türkiye’de yapılan yerli ve toplam patent başvurusu sayılarını görmek mümkündür. Daha önce de belirtildiği gibi, gerek yerli gerekse toplam başvuru sayılarında yıllar itibariyle önemli bir artış gözükmektedir. 2000 yılında sadece 256 olan yerli patent başvuru sayısının 2009 yılında 2588’e ulaşması bu alandaki artışları daha da anlamlı kılmaktadır. Gelinen bu nokta, TPE’nin yürütmüş olduğu bilinçlendirme faaliyetlerinin de katkısıyla, toplumda patent bilincinin arttığının önemli bir göstergesi olarak düşünülebilir. Diğer taraftan 2009 yılında yaşanan küresel ekonomik krizin etkisiyle dünyanın pek çok ülkesinde başvuru sayıları %8-10 oranında azalırken ülkemizde yerli patent başvuruları %14 artmıştır. Faydalı model başvuruları ile birlikte değerlendirildiğinde 2008 yılından itibaren 10 binin üzerinde buluş için TPE’ye başvuru yapılmaktadır. Sevindirici olan bu başvurular içinde yerli başvuruların oranının %54’e ulaşmasıdır. Ülkemizde patent mevzuatının yenilendiği 1995 yılında bu oran sadece % 12’dir. Sektör olarak ele alındığında, dünyada hızla gelişen sektörler arasında yer alan makine sektörü, tüm ülkeler için sadece sanayileşmenin değil, Türkiye gibi geçmişinde tarıma dayalı ülkelerde toplumun, tarım toplumundan bilgi toplumuna geçişi için bir tetikleyici mekanizma görevini de görmektedir.

 

Çünkü makine sektörünün gelişmesi için mühendislik bilimi ile birlikte, kalite, yönetim, bilişim teknolojilerinin de kullanılması gereklidir. Dolayısı ile makine sektöründe Türkiye’nin iyi olması demek toplumun klasik iş gücüne dayalı rekabetten, fikri sermayeye dayalı rekabete, dolayısı ile toplumun gelir seviyesinin artmasına, yaşam kalitesini iyileştirmeye ve refahının yükselmesine imkân vermektedir. Patent başvuru istatistikleri ekonomik refah düzeyinin bir göstergesi olmanın yanı sıra sektörel gelişimin bir göstergesi olarak da kullanılabilir. 1971 yılında Strazburg Anlaşmasıyla yürürlüğe giren Uluslararası Patent Sınıflandırması (IPC) ile buluş konularını ait oldukları farklı teknolojik alanlara göre sınırlandırmak mümkündür. Sekiz ana sınıftan oluşan bu sistem içinde “F sınıfı” Makine mühendisliği alanında buluşların yer aldığı bir sınıf olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda, Türkiye’de makine sektörü ile ilgili buluşların, toplam içindeki payını belirlemek mümkün olmaktadır. Ancak, toplam içinde yaklaşık %10’luk bir paya sahip olan bu sınıfta yer alan buluşların yanı sıra diğer sınırlarda da makine sektörüne ilişkin buluşların var olduğu düşünülürse, makine sektöründeki buluşların tamamının toplam patent başvuruları içindeki payı daha yüksektir. Diğer taraftan sektörden yapılan başvuruların oranını belirlemeye yönelik IPC sınırları ile NACE kodları arasında ilişki kurularak yapılan 2000-2008 yıllarını kapsayan çalışmada ise %27,03 ile en fazla başvurunun (29) Başka Yerde Sınıflandırılmamış Makine ve Teçhizat İmalatı sektöründen yapıldığı görülmektedir. Her ne kadar en fazla başvuru bu sektörden geliyor olsa da sektöre ilişkin başvuruların toplam içindeki oranının düşük olması şaşırtıcıdır. Oysa ülkemizde, günümüz şartlarında günlük ev aletlerinden otomotive, endüstriden medikal makine ve malzemelere, birçok alanda makine veya makine parçaları tasarlanabilmekte ve üretilebilmektedir. Dolayısıyla makine sektöründe yer alan patent başvurularının toplam içinde daha fazla bir paya sahip olması gerekir. Patent sisteminin, bir ülkenin teknolojik ve ekonomik gelişmesini ve her şeyden önemlisi dünya üzerinde politik gücünü etkileyen çok önemli bir faktör olduğunu söylemek mümkündür. Patent sayılarını arttırmak için de Ar-Ge çalışmalarının artmasının yanı sıra Ar-Ge’ye harcanan yatırımların verimli kullanılmasının gerekli olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Çünkü bir ülkede bilim ve teknolojinin gelişmesinin ön şartlarından biri bunun için gerekli alt yapının mevcut olmasıdır. İyi işleyen bir Ar-Ge sistemi ile teknolojik birikim, üretim ve yeni yatırımların uygulanması ile ilgili öğrenme, insan sermayesine ayrılan kaynaklar ülkeler arasında oluşan farklılık, kendini teknolojik fark olarak gösterecek ve bu nedenle ülkeler de farklı ekonomik gelişme gösterecektir. Ekonomik gelişmenin bu en önemli unsuru olan buluşların korunmasını sağlayacak etkin bir patent sistemi; etkin bir patent hukukunun varlığı, yürütücü organ olan TPE’nin hızlı ve düşük maliyetli bir politika izlemesi ve yargı organlarının bu hakların korunmasında yeterli ve etkili olabilmesiyle oluşturulabilecektir.

 

SPOT:

TÜRKİYE’DE PATENT KORUMASININ TARİHİ GELİŞİMİNİ İNCELEDİĞİMİZDE, BU ALANDAKİ İLK YASAL DÜZENLEMELERİN OSMANLI DÖNEMİNDE YAPILDIĞINI GÖRMEKTEYİZ. İLK OLARAK 1879 TARİHLİ İHTİRA BERATI KANUNU İLE PATENT KORUMASI ALANINDA DÜNYADA PEK ÇOK ÜLKEDEN ÖNCE HAREKET EDİLMİŞTİR.

 

SPOT:

Prof. Dr. Habip ASAN - Türk Patent Enstitüsü ve Yönetim Kurulu Başkanı

Prof. Dr. Habip ASAN 1964 yılında Trabzon’da doğdu. 1979 yılında İstanbul Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi. 1985 Yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. 1988-1990 yılları arasında ABD’nde Texas Tech University’de yüksek lisans çalışmalarını, 1990-1994 yılları arasında da aynı üniversitede doktora çalışmalarını tamamladı. ABD’de bulunduğu süre içinde Amerikan Ulusal Bilim Vakfı (NSF) ve Chrysler firmasının projelerinde çalıştı. 1994 yılında Türkiye’ye dönerek Karadeniz Teknik Üniversitesi, Makine Mühendisliği bölümünde akademik çalışmalarını sürdürdü. 2000 yılında Doçent, 2005 yılında Profesör oldu.

Üniversite bünyesinde birçok idari görevlerde bulunan Prof. Dr. Habip ASAN’ın çoğu uluslararası olmak üzere 30’un üzerinde bilimsel makalesi bulunmaktadır. 7 Aralık 2007 tarihinde Türk Patent Enstitüsü Başkan Yardımcısı olarak görevlendirilen Prof. Dr. Habip ASAN, 15 Ekim 2008 tarihinde Enstitü Başkanı ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak atandı. İngilizce bilen Prof. Dr. Habip ASAN, evli ve üç çocuk babasıdır.

 

SPOT:

MAKİNE SEKTÖRÜNDEN YAPILAN BAŞVURULARIN ORANINI BELİRLEMEYE YÖNELİK IPC SINIFLARI İLE NACE KODLARI ARASINDA İLİŞKİ KURULARAK YAPILAN 2000-2008 YILLARINI KAPSAYAN ÇALIŞMADA İSE YÜZDE 27,03 İLE EN FAZLA BAŞVURUNUN BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT İMALATI SEKTÖRÜNDEN YAPILDIĞI GÖRÜLMEKTEDİR.


Habip ASAN