Her üretim süreci belli bir teknoloji ve enerji kullanımı paradigmasına bağımlıdır. İnsanlık tarihi boyunca teknolojik gelişme ve enerji kaynaklarındaki artış ve çeşitlenme üretim ve yaşam standartlarında hızlı bir büyümeye yol açmıştır. Her teknolojik paradigma da kendi içinde teknolojinin doğuş, gelişme, olgunluk ve durgunluk dönemlerine sahiptir. Dolayısıyla yeni bir teknolojik paradigma, öncelikle yeni bir üretim fonksiyonu ve eskilerinin yanında yeni üretim faktörleri ve o faktörlere sahip iktisadi sınıfların ortaya çıkması demektir. İktisadi sınıfların değişimi onların sosyal ve siyasi üst yapıda aldıkları rollerin hiyerarşik yerini ve etkinliğini de dönüştürmektedir. Bu itibarla, teknolojik değişim sadece üretim artışına değil; fakat ayrıca tüm sosyal ve siyasi yapının da hem niceliksel hem de niteliksel değişimine sebep olur.

Her üretim süreci belli bir teknoloji ve enerji kullanımı paradigmasına bağımlıdır. İnsanlık tarihi boyunca teknolojik gelişme ve enerji kaynaklarındaki artış ve çeşitlenme üretim ve yaşam standartlarında hızlı bir büyümeye yol açmıştır. Her teknolojik paradigma da kendi içinde teknolojinin doğuş, gelişme, olgunluk ve durgunluk dönemlerine sahiptir. Dolayısıyla yeni bir teknolojik paradigma, öncelikle yeni bir üretim fonksiyonu ve eskilerinin yanında yeni üretim faktörleri ve o faktörlere sahip iktisadi sınıfların ortaya çıkması demektir. İktisadi sınıfların değişimi onların sosyal ve siyasi üst yapıda aldıkları rollerin hiyerarşik yerini ve etkinliğini de dönüştürmektedir. Bu itibarla, teknolojik değişim sadece üretim artışına değil; fakat ayrıca tüm sosyal ve siyasi yapının da hem niceliksel hem de niteliksel değişimine sebep olur.


Teknolojinin tarihsel yolculuğu

Freeman 1 kapitalizm var olduğundan beri ardışık gelişme uzun dalgalarının temel özelliklerini beş dalgada toplamıştır. Birinci dalga 1770’lerde başlar. Freeman buna erken makineleşmenin kondratieff dalgası adını verir. Burada temel taşıyıcı sanayiler (ya da kontrol sanayileri) tekstil, tekstil kimyasalları, demir işleme, su gücü ve seramiktir. Bu birinci dalganın hemen arkasında buhar makineleri ve makineli üretime geçiş dönemi başlar. Bu dönem el aletleri ve evlere götürü işin olduğu manifaktürün yerleştiği bir dönemdir. İş bölümü, ücretli emek dönemin devrimci dinamikleri olarak filiz verir. 1830‘da ikinci dalga başlar. Bu dalganın tanımına buhar gücü ve demir yolları damgasını vurur. Böylece ulusal pazarlar ve yapılar gelişmeye, olgunlaşmaya başlar. Bu dönemin başat kontrol sanayileri demir-çelik ve ona dayanan endüstri kollarıdır. Hızla büyüyen ve üçüncü dalgayı hazırlayan sanayiler ise elektrik, gaz, sentetik ve ağır sanayii mühendisliğidir. Thompson 1830 yılı başını şöyle özetler: “1830 yılında hala tipik endüstri işçisi fabrika ya da büyük imalathanelerde değil, ( zanaatkâr yada usta olarak) küçük atölyelerde, kendi evinde ya da ücretli olarak sokaklarda, inşaat alanlarında ve doklarda nispeten arizi işlerde çalışıyordu.” 2 Görüldüğü gibi Freeman’ın tahlilleriyle Thompson’ın o tarihteki var olan durumu anlatan gözlemleri arasında önemli bir farklılık var. Ancak Thompson var olan durumun tahlilini yaparken, Freeman yaşanılanların evrimini ele almış ve krizlerle birlikte gelen teknolojik kopuşlara ve yeni sermaye birikiminin karakteristik yönlerine vurgu yapmıştır. İkinci dalgada (1840’lardan 1890’lara) üretim ölçeği sınırları yine teknoloji sınırları ile belirleniyor. Örneğin; su gücünün getirdiği sınırlamalar üretim ölçeğini, giderek gelişme hızını, gelişme bölgelerini ve temposunu belirliyor. Bu sorun büyük ölçüde buhar makinelerinin devreye girmesiyle ve demir yolları gibi yeni ulaştırma sistemleriyle çözülüyor. Burada aynı anda küçük firmalar arasındaki rekabetin zirve noktasına ulaşılıyor. Bu noktadan sonra teknolojinin ve sermayenin birikiminin merkezileşmesi sonucu liberal iktisatçıların tam rekabet dedikleri şey gerilemeye başlıyor.3 Bu arada ölçekler de aynı hızla büyümeye devam ediyor. Ölçek büyümesi şirketlerin hukuki örgütlenmelerinde önemli değişikleri getiriyor. Mali piyasalar hızla gelişiyor ve anonim şirket örgütlenmeleri önem kazanıyor. “1825’ten sonra yaklaşık on yıllık aralıklarla patlamalar ve krizler birbirini izliyor. On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru konuyu araştıran Fransız iktisatçı Clement Juglar on yıllık devrelere kendi ismini ‘Juglar Döngüsü’ adını verdi. On yılık döngüler on dokuzuncu yüzyıl iktisatçılarınca kredi genişlemesi ve daralması, imalatçı envanterlerinin artması ve azalması, hatta güneş lekelerinin dönemsel olarak görünmesi gibi çeşitli faktörlere bağlandı. John Stuart Mill’e göre her patlamanın tohumları, kredi likiditasyonunun aktif fiyatlarının gerçekten kelepir denilebilecek kadar çok düşmesine neden olduğu bir önceki krizde atılıyordu. Bunun ardından hızla yeni bir canlanma ve spekülasyon dalgası geliyordu.” 4 Nihayet kapitalizmin tekelci evresi üçüncü dalgada iyice belirginleşti. (1890’lardan Birinci Dünya Savaşı’nı içine alarak 1929 Bunalımı’nı ve Faşizmleri kapsayarak İkinci Savaş’a kadar olan dönem) Bu dalga ve daha doğrusu genişleme evresi yirminci yüzyılı belirleyen çok önemli ekonomik örgütlenme ve yapılanmaları içerdi. Fransa’da başlayan ve tüm Avrupa’ya Üçüncü Napolyon ile yayılan krizin bitimi ile 1890’larda ortaya çıkan bu tarihsel dönem, içine Birinci Dünya Savaşı’nı alarak 1929 Bunalımı’na kadar dayandı ve İkinci Savaş öncesine kadar insanlığı sürükledi. Bu dönemin kontrol sanayileri elektrik, işlenmiş demir ve buna dayalı ağır sanayii oldu. Ağır silah sanayii, seri üretim ve buna bağlı Fordizm bu dönemde ortaya çıkan olgulardı. Ama bu dönemi karşılayan ve onun içinden çıkmakta olan teknoloji dalgası daha da ilginçti. Telekomünikasyon, radyo ve alüminyum, plastik bir sonraki dönemi belirledi. Bu dönem ve onu karşılayan dönemde (1940’lardan 1980’lerin ortalarına kadar) monopol ve oligopol yapılar devletin de önemli bir ekonomik oyuncu olması ile birlikte ortaya çıktı ve gelişti. Kamusal yaygın alt yapı hizmetlerinin düzenlenmesi ya da kamu sahipliğine geçmesi, bankacılığın ve finans kapitalin büyük şirketlerde yoğunlaşması fordist üretim ile birlikte bu tarihsel döneme damgasını vurdu. Esasında fordizm ve buna bağlı ölçek ekonomilerinin gerçek ağırlığı İkinci Savaş sonrası dönemde artmıştır. Elektrik üretimi ve dağıtımı fordizmin kılcal damarları olarak dünyayı sarmış ve kapitalizmi her yere taşımıştır. Bu üretim hızla otomobil ve diğer demir-çeliğe dayalı sanayileri ve dayanıklı tüketimi geliştirmiştir. Yine bu dönemde hiyerarşik denetim ve büyük şirketlerde tekno-yapılaşma ortaya çıkmış ve uygulanmıştır. Perakende ve mağaza zincirleri, eğitim turizm ve eğlence sektörleri hızla gelişmiştir. Bu dönemin ana yürütücüsü ülkeler Almanya, ABD, İngiltere, Fransa, Belçika, İsviçre ve Hollanda’dır. Bu dönem AB genişlemesinin de ikinci dalgasına tekabül eder. Yani AB merkezi bir kontrol sanayileri ve gelişmiş ulus-devletler sıkışması olmaktan çıkarak bölgesel bir entegrasyon için ilk önemli adımlarını bu dönemde atmıştır. Yine bugün yaşadığımız zamanlara damgasını vuran kamu düzenlenmesinde ulusçu ve emperyalist devlet en gelişmiş halini bu tarihsel dönemde almıştır. Bu olgu aynı anda yaşanılan dönemde sanayileşmeye ve sanayinin alt yapı özelliklerini de damgasını vurmuştur. Üçüncü dalga Pax-Britannica ve sömürgeciliğin devam ettiği ama aynı zamanda sonlandığı ve yerini Pax-Americana’ya bıraktığı dönemdir. Üçüncü büyük sermaye birikim dönemini takip eden dördüncü dönemde ABD’nin hegomonik devlet olarak iktisadi ve askeri hâkimiyetinden bahsedebiliriz. SSCB’nin bu dönemdeki ekonomik örgütlenmesi ve silahlanma yarışı, soğuk savaş olguları ABD’nin emperyalisthagemonik devlet olarak yapılanmasını tamamlarken, SSCB’nin varlığı kapitalizmin o dönemdeki yapılanmasının ve sermaye birikiminin, çoğu kere söylendiği üzere alternatifi olmamış onun tamamlayıcısı olmuştur. Wallarstein bu konuda oldukça iddialıdır. Wallarstein ‘ABD ve SSCB ilişkisinin yüzeydeki görüntüsü başka, altında yatan gerçek başka’ der. 5 Wallarstein’e göre 1917’den beri olan, kapitalizmin işleyişini güvenle sağlamak ve fordizm, merkezi planlama gibi örgütlenme biçimlerini ve araçları farklı veçheleriyle uygulamaktı. Bu anlamanlamda ulusal merkezi planlama, fordist üretim, devletçi ekonomi gibi uygulamalar ve araçlar sanıldığının aksine sol bir seçenek değil, tam aksine, dönem itibarıyla ABD egemenliğini pekiştiren ve onu dengeleyen-devam ettiren (sürekliğini sağlayan) oluşumlardı. Bugün Freeman beşinci dalgayı 1980’lerden başlatıyor ve günümüze getiriyor. Bu dönemi tanımlayan temel niteleme enformasyon ve iletişim. Temel taşıyıcı büyüme sektörleri ise yazılım, esnek üretim sistemleri, sayısal haberleşme ağları, uydu teknolojisi, biyoteknoloji. Castells, Freeman’ın bu çerçevesini enformasyon teknolojisi paradigması ile tamamlar. 6 Yeni teknolojilerin hızlı yayılımı, bu teknolojilerin ağ kurma iradesi ve etkileşimi, esnekliğin temel olduğu ve yatırım üretim planlamasını bilgisayar ağlarına bağlı yapan oluşumların ortaya çıkması ve üretim zincirini oluşturması paradigmanın başlıca ayaklarıdır. Castells şöyle devam eder: “Böylece mikro elektronik, telekomünikasyon, opto-elektronik ve bilgisayarlar artık enformasyon sistemleri ile bütünleşmiştir. Bu noktada örneğin; çip üreticileri ile yazılımcılar arasında hala işletme düzeyinde bir farklılık mevcut olacaktır. Ancak bu tür bir farklılaşma, çip donanımlarına yazılımların yerleştirilmesi kadar, şirketlerin stratejik ortaklıklar, iş birliğine dayalı projeler çerçevesinde giderek daha fazla bütünleşmesiyle bulanıklaşmıştır.” 7 Bu gelişmenin taşıyıcı ülkeleri daha doğrusu bölgeleri Freeman’a göre ABD, Asya, AB, Rusya ve diğer gelişmekte olan ülkelerdir. Bu stratejik gelişmelere uluslararası finans piyasalarının serbestleşmesi ve düzenlenmesi eklenince karşımıza tek bir pazara doğru giden bir kapitalizm çıkıyor.
1-Chris Freeman ve Luc Soete, Yenilik İktisadi, TÜBİTAK, 2003
2- E.P. Thompson , İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004
3- Sweezy ve Baran’ın dediği gibi rekabetçi kapitalizm dedikleri tarihsel dönem bir 40–50 yıllık süreyi kapsar.
4- Edvard Chancellor, Finansal Spekülüsyonlar Tarihi, Scala Yayıncılık, İstanbul, 2007
5- Immanuel Wallerstein, Liberalizmden Sonra, Metis, İstanbul, 1998.
6- Manuel Castells, Ağ Toplumunun Yükselişi, Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2005
7 -Manuel Castells, age, s. 91.

Değişen inovasyon paradigması
İçinde bulunduğumuz sermaye birikim döneminde ölçek ekonomileri ve seri üretim yerine esnek üretimin kümelenme ağlarının ve modellerinin öne çıktığını görüyoruz. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde inovasyonu belirleyen tekno-ekonomik paradigma köklü bir biçimde dönüşüyor. Bu değişimden önce inovasyon daha çok kitlesel üretim, ölçek ekonomileri ve ağırlıklı olarak kurumsal Ar-Ge kavramları etrafında biçimleniyordu. 20. yüzyılın son otuz yılında bu durumun yerini geniş ölçüde kapsam ekonomileri, bağlı olmanın yarattığı fayda, esnek üretim sistemleri ve Ar-Ge’nin gayri-merkezileşmesi aldı. Esneklik, bağlı olmak
ve iş birliği, araştırma çeşitliliğini ve iş birliğine dayalı disiplinler arası yaklaşımları kolaylaştıran BİT üzerinde temelleniyor. Ulusal ‘bilim-teknoloji politikaları’ ve öngördükleri ‘ulusal inovasyon sistemleri’ hızla dönüşen pazar koşulları tarafından aşıldı. İnovasyon
mikro düzeylere nüfuz edip firma, küme, bölge gibi ölçeklerde geliştirilerek sektörel sinerji adaları yaratmaya başladı. Sektörler özelinde üniversite-iş dünyası-devlet iş birlikleri ve yerel dinamiklerle mikro düzeyde geliştirilen hızlı, esnek ve kolay ölçeklenebilir gayri merkezi sistemlerin kurulması öncelik kazandı. İnovasyon ve rekabetçilik arasındaki ilişkilerin kümelenme ve yönetim modelleri çerçevesinde mikro düzeyde geliştirilmesi ve hublar halinde küresel ağa entegre edilerek değerlendirilmesi inovasyon alanında yeni bir sistemik mekanizmanın doğmakta olduğunu gösteriyor. Örneğin; giderek güçlenen ‘açık kaynak’ eğilimini özellikle geliştiriciler arasında bir paylaşım ekonomisi yaratacak bir tarzda entegre eden ‘açık inovasyon’ yapıları Avrupa başta olmak üzere ön plana çıkıyor. Bilgi, üretim ve hizmetlerin firmaları ve özellikle de tüketicileri kapsayan online topluluklar arasında paylaşımı inovasyonun geleceğini etkileyebilir. Bir başka önemli trend de inovasyonun küreselleşmesi. 1990’ların başından itibaren çok uluslu şirketler, Ar-Ge alanındaki sınır-ötesi yatırımlarını gelişen ülkelerde konumlanmış Ar-Ge merkezlerini de içerecek bir biçimde arttırdı. Yerel, bölgesel ve giderek küresel pazarlar için birer teknoloji geliştirme odağına dönüşen bu araştırma merkezleri arasında hızla gelişen entegrasyon, küresel inovasyon ağlarının doğuşuna tanıklık ediyor. Bu ağlara entegre olmak Türkiye için büyük bir fırsat olabilir. Ancak bunun için yeni paradigmalara uygun bir inovasyon ortamı yaratmak zorundayız. Mevcut Ar-Ge yasası ile bir yere varamayız.

Öncü sektörler ve inovasyon
1930-1940’lı yıllardan 1980-1990’lı yıllara kadar devam eden fordist üretim düzeneğine dayalı ağır sanayii çağında sanayii üretiminde temel taşıyıcı kollar otomotiv endüstrisi uçak sanayii, kütle üretim hattı imalâtı, motorize savaş silâhları endüstrisi, dayanıklı tüketim malları endüstrisi idi. Bu çağda uyarılmış yatırımlarla uzun dönem büyümeyi ateşleyen sektörler ise petro-kimya endüstrisi, sentetik maddeler imalâtı, televizyon gibi haberleşme cihazları imalâtı idi. Biz bu sektörlerde üretimi ve ihracatı neredeyse son on yıl içerisinde dikkate değer bir şekilde arttırdık. Ne var ki, yine de dünya trendinin gerisinde kalmış bulunmaktayız. Bahsettiğimiz ağır sanayii çağında alt yapıyı ise proses tesisleri, otoyollar, havaalanları ve organize hava yolu şirketleri oluşturmaktaydı. Alt yapıyı Türkiye halen tamamlayamamıştır. Bu çağda düşen fiyatlarla bol miktarda arz edilen temel mamuller uçaklar ve ham petroldü. Bol ve ucuz enerjinin bulunması kesiksiz üretim hattı tekniklerini geliştirmiş ve kusursuzlaştırmış, otomobil ve hava yolunun sağladığı esneklikle yeni sanayii kuruluş yerleri ve kentsel gelişmenin yeni ve daha etkin yeni biçimleri oluşturulmuştur. Sonuç olarak kitle tüketim ürünleri daha da ucuzlamıştır

ÖNÜMÜZDE Kİ ADIMLAR

Önümüzde uzanan bilişim çağı enformasyon ve haberleşme üzerine kurulmaktadır. Sanayii üretiminde temel taşıyıcı kollar bilgisayar imalâtı, elektronik sermaye malları, yazılım ürünleri ve donanım imalâtıdır. Uyarılmış büyümeyi sağlayan sektörler ise haberleşme endüstrisi, medya-iletişim sektörü ve optik kablo imalâtıdır. Ana alt yapıyı ise esnek üretim sistemleri, seramikler, veri bankaları, enformasyon, dijital haberleşme ağları ve uydular oluşturmaktadır. Görüleceği üzere ağırlıklı olarak eğitilmiş iş gücüne, zihnî emeğe ve beşeri sermayeyi örgütleyip kullanan yeni sektörlere dayalı bilişim çağını yakalamak istiyorsa Türkiye, derhal bir Acil Kalkınma ve Teşvik Programı planlamalı ve uygulamanın yol haritasını belirlemelidir. Bilişim çağında düşen fiyatla beraber bol miktarda arz edilen mallara örnek olarak yongalar gösterilebilir. Geleceğe yönelik olarak hızla büyüyen ve diğer sektörler de üçüncü nesil biyoteknoleji ürünleri, uzay faaliyetleri ve ilaç sektörüdür. Üretim yapısı ve rekabetin mahiyetini belirleyecek temel özellikler ise şöyle sıralanabilir:
- Tek ürün veren katı montaj hattının getirdiği olumsuz ölçek ekonomileri esnek üretim sistemleri, kapsam ekonomileri ve ağlar vasıtasıyla aşılacaktır.
- Halen üretim düzeyinde küresel bazda enerji ve ham madde yoğunluğunun yüksek düzeyde olmasının getirdiği sınırlamalar elektronik kontrol sistemleri ve elemanları tarafından kısmen aşılmaktadır.
- Ağır sanayii çağında oluşan hiyerarşik bölümleşmenin getirdiği sınırlandırmalar dijital sistem ve ağların kurulması, üretim ve pazarlamadaki entegrasyon ile aşılacaktır. Bu adımları gerçekleştirebilmek için Türkiye’de inovasyonun önemini anlatmalıyız. Çünkü inovasyon çamaşır makinesinin elektrik motorunun devir hızını arttırmak değildir.

YENİ TEKNOLOJİ PARADİGMASI

Geride bıraktığımız çağda piyasa yapıları ağırlıklı olarak tekelci rekabetçi veya oligopolcü davranışlar içermekteydi. Bu çağın küresel bazda endüstriyel organizasyona etkisi farklı üretim bölgelerine dayalı çok uluslu şirketler vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Burada ana entegre edici faktör ulusal ekonomilerin dışa açılması ve doğrudan yabancı sermaye yatırımları olmuştur. Coğrafi olarak birbirine yakın bölgelerde rekabetçi taşeronluk esasına dayalı firma organizasyonu uygulanmış ve sonuç olarak da dikey bütünleşmeler artmıştır. Sonuç olarak piyasalarda artan bir yoğunlaşma ve tekel gücü hem ulusal ekonomilerde gelir dağılımı eşitsizliğinin ve refahın bölüşümünde, hem adaletsizliğin artmasına, hem de özellikle gelişmiş ekonomilerde ağır sanayii çağının sonu olan 1980-1990’lı yıllarda- büyümede durgunluk eğilimlerinin baş göstermesine yol açmıştır. Bu şartlar altında teknolojik gelişme de büyük şirketlerde ki ‘teknoyapılaşmaya’ bağımlı kalmıştır. Yeni teknoloji paradigmasında ise teknoloji, kalite kontrolü, eğitim, yatırım ve üretim planlaması gibi konularda yakın iş birliği yapan küçük ve orta ölçekli firmalar öne çıkacaktır. Bu firmaların bilgisayar sistemleri ve dijital ağlara dayalı büyük ve küçük firma networkleri vasıtasıyla bu entegrasyonu gerçekleştirecekleri beklenmektedir. Nitekim şu anda da bu değişimin emareleri özellikle internet ve diğer iletişim kanallarında gözlemlenmektedir. Tabii ki bu yapılanmanın finansmanı ise içsel sermaye piyasalarının kurulmasını sağlayan Japon Keiratsu’ları benzeri yapılanmalar olacaktır. Türkiye’nin yeniçağa uyarlanması için firma ve piyasa organizasyonlarını iyi takip edip uygulamaya başlamasıyla mümkündür. Burada, inovasyonun artık bir teknolojik yenilik olmaktan çıkıp artık bir idari, siyasi ve sosyal bir faktör haline geldiği görülmektedir. Gittikçe artan küreselleşme standart rekabet kurallarını ve rekabet gücü ölçütlerini geçersiz kılmaktadır. Artık ‘rekabet içinde iş birliği’ ve ‘iş birliği içinde rekabet’ kavramları temel teşkil etmektedir. Değişime özel sektörün uyum sağlayabilmesi için kamunun üstüne düşen önemli görevler vardır. Fakat bu ağır sanayii çağındaki müdahaleci, hantal ve bürokratik devlet yapısıyla gerçekleştirilebilecek bir fiil değildir.

DEVLETİN DEĞİŞEN YÜZÜ

Ağır sanayii çağında devlet, ‘Refah Devleti’ veya ‘Savaş Devleti’ olarak tanımlanmaktaydı. Büyük İngiliz iktisatçısı John Maynard Keynes’in temelini attığı Makro İktisat kuramı çerçevesinde devletin ulus-devlet kavramı etrafında merkezi örgütlenmesinin doğal sonucu olarak Maliye Politikaları vasıtasıyla aşırı müdahaleciliği bu döneme damgasını vurmuştur. Bu çağda Keynesgil tekniklerle yatırım, büyüme ve istihdamın kamu tarafından düzenlenmesi girişimleri temel politika stratejisini teşkil etmekteydi. Bu ise yüksek düzeyde kamu harcaması ve bütçe açıkları demekti. Sosyal refah devletinin emek piyasalarında yansıması olarak da sendikalarla kamunun sosyal ortaklığı temel hedef olmuştu. Ağır Sanayii Çağı’nın olgunluk ve durgunluk döneminde refah devletinden geri dönüş başlamış ve 1980’lerden bu güne özelleştirme ve dışa açılma küresel bazda ülkelerin çoğunluğu tarafından kabul görmüş bir politika haline gelmiştir. Türkiye özellikle son on yıl içerisinde yapısal uyum programını başarıyla uygulamıştır. Yine de daha alınacak çok mesafe ve uygulanacak çok reformlar bulunmaktadır. Bütün bu cümlelerden sonra biz etkin bir sanayii sonrası yapılanma için aşağıdaki sonuçların (adımların) şart olduğunu vurguluyoruz. Sektörler için “Büyük Ağabey” devleti:
- Devlet öncü sektörler içinde doğrudan üretime katılmayacak, fakat ulusal hedeflerle sektörel hedefleri optimal düzeyde bağdaştıracak, teşvik, bilimsel alt yapı yatırımları ve iş birliği ağı kurma gibi politikalarla etkin olarak sektörel üretimi yönlendirecektir.
- 1990’lı yıllarda başlamış olan ve halen devam eden ulusal finansman kurumlarının deregülasyonu, serbestleşme ve yeniden düzenlenmesi ile mikro elektronik ve dijital sistemlerdeki gelişimlerin finans sektöründe yarattığı artan hacmi ve rekabeti optimal düzeyde yönlendirecek şekilde geliştirilmeli ve banka sisteminin reel alanlara plasmanlarını yönlendirmesi sağlanmalıdır.
- Merkezi devlet hiyerarşisi daha az insanla daha etkin bir şekil alırken yerel idarelerin yönetimdeki payı artacaktır. Küçük ölçekli ve rekabetçi firmalar bazında yükselen bir ekonomi yerinden daha etkin bir şekilde yönetilir.
- Demokrasi ağır sanayii çağındaki “temsili demokrasiden” bilişim çağındaki “katılımcı ve kısmî olarak doğrudan demokrasiye” doğru dönüşmelidir. Bunun dışında Türkiye’nin inovasyonu merkez yapan bir üretim paradigmasına geçebilmesi ve dünyanın tek bir ekonomiye gittiği şu günlerde gerekli sıçramayı yapabilmesi için bizim önerimiz aşağıdaki adımların süratle atılmasıdır.
- Öncü sektörlerin tespiti
- Öncü sektörlerin üretim ve dış ticaret potansiyelinin hesaplanması
- Teknolojik gelişme ve inovasyon yatırımlarının başarı olasılıklarının tespiti ve geleceğe yönelik projeksiyonlarla tahmini
- Uygulanacak sektörel politikaların ulusal büyümede kalıcı ve anlamlı oranlara katkılarının göz önüne serilmesini içerecektir.