Bundan tam 80 yıl önce de abd’de emlak ve borsa balonuyla başlayan ekonomik kriz, tarihe “büyük buhran” olarak geçmiş, krizde tüm ülkeler yıllık yüzde 15’lere varan oranlarda küçülürken, genç türkiye cumhuriyeti ortalama yüzde 7,5 büyümeyi başarmıştı.

15 Eylül 2008 tarihi, ABD’nin ve dünyanın büyük ve köklü yatı- rım bankalarından Lehman Brothers’ın işasını açıklamasıyla, tarihe “Kara Pazartesi” olarak geçti. Bu gelişme sonucu hayatımıza yeni ve sarsıcı bir gündem oturdu: Kriz gündemi. ABD’de mortgage krizi olarak başlayan bunalım, kısa zamanda tüm dünyada reel sektörü sarsan global bir krize dönüştü. Birçok ülke belki yıllar sonra yeniden IMF’nin kapısını çalarken, hükümetler peş peşe milyarlarca dolarlık kurtarma paketleri açıklayarak krize önlem alma çabasına girişti. Uluslararası ticaret yavaşladı; dev şirketler her gün 3-5 bin çalı şanının işine son verdiğini duyurmaya başladı. Başbakan Erdoğan’ın ısrarlı “teğet geçecek” söylemleri ve bu söyleme uygun önlemlerine karşın, kriz kısa zamanda Türkiye’yi de avucuna aldı. Aslında dünya ve Türkiye bu boyutta bir krizi ilk kez yaşamıyor. Bundan tam 80 yıl önce yine ABD’den başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan bir ekonomik kriz, tarihe geçen adıyla “Büyük Buhran” dünyayı kasıp kavurmuş; yaygınlığı, şiddeti ve yıkıcılığı ile öncesinde ve sonrası nda yaşanan iki dünya savaşı ile birlikte 20’nci yüzyılın en önemli üç felaketi arasına adını yazdırmıştı.

GELİŞEN TEKNOLOJİ KRİZİ TETİKLEDİ
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, tüm dünyada bir yeniden yapılanma süreci başlamıştı. Yeni teknolojilerin sanayiye uygulanmasıyla üretim ve verimlilikle artmış, buna karşılık Bata ABD olmak üzere halkın alım gücü ve buna bağlı olarak tüketim ve harcama eğilimleri aynı kalmıştı. Talep artış hızı, arzın çok altında kalınca, stoklar arttı ve fiyatlar hızla düşmeye başladı. Sanayi sektörü kendisini mevcut duruma uyarlayabilse de tarımda stok birikimi devam etti. Böylece tarım ürünleri piyasasında düşen fiyatlar üreticilerin işasına, dünya tarım ürünleri piyasası nda en büyük satıcı olan ABD’de krizin başlamasına yol açtı. Aynı dönemde ABD’nin dünya ekonomisinin merkezine yerleşmek üzere İngiltere’den boşalan yere geçmeye çalışması da krizi tetikleyen nedenlerden biriydi. ABD, 1. Dünya Savaşı sonrasında hem müttefikleri İngiltere ve Fransa’ya yatırımları ve kendisinden yaptıkları ithalat için; hem de savaşın mağluplarından Almanya’ya borçlarını ödemesi için büyük tutarlı krediler açmıştı. Bu nedenle 1920’lerin ikinci yarısından itibaren Avrupa’nın altın ve döviz rezervleri kredi ödemeleri nedeniyle ABD’ye akmaya başladı. ABD, savaşın bitmesi ile dünyanı n en büyük alacaklısı haline gelmişti.

EMLAK BALONU O ZAMAN DA VARDI
Kriz yıllarının başında üretim ve iş oranı yüksekti. Ücretler düşük ama fiyatlar nispeten istikrarlıydı. Ancak ABD’ye akan Avrupa parası ile birlikte borsadaki suni yükseliş birçok insanın yatırımlarını burada değerlendirmelerine sebep oluyordu. Kısa yoldan zengin olma hayaliyle başlayan hisse senedi çılgınlığı, tarihe “Kara Perşembe” olarak geçen 24 Ekim 1929 tarihine kadar devam etti. (Aslında 24 Ekim 1929’da New York Times’ın ilk 50 hisse senedi endeksinin değeri sadece yüzde 2,5 oranında düşmüştü. Borsanın dibe vurduğu asıl tarih, endeksin yüzde 89 gerilediği 7 Temmuz 1932’dir). Bu kısa sürede zengin olma isteği emlak piyasaları nda da kendini göstermekteydi. Örneğ in Şorida eyaletinde yaşayanlar, ile- ride eyaletin bir turizm cenneti olacağına inanarak ileriye dönük yatırımlar yapmak üzere gayrimenkul alımına ağırlık verdiler. 1928 yılının eylül ayında yaşanan bir kasırga, birçok insanın ölümü, binlerce evin hasar görmesi ile sonuçlanı nca, insanlar yatırım amaçlı aldıkları evleri yok pahasına satmaya çalıştılar. Çok yüklü meblağlarla alınan gayrimenkuller değerlerinin altında bile satılamayı nca “gayrimenkul balonu” da patlamış oldu.

CUMHURİYETÇİLER GİTTİ DEMOKRATLAR GELDİ
1920’den beri iktidarda olan Cumhuriyetçiler, 1929’dan 1932’ye kadar krizi yönetmeye yönelik herhangi bir önlem alma gereği duymadılar. 2008’de Demokrat Barack Obama’nın iktidara gelmesi gibi, 1932’de de Roosevelt “New Deal” adını verdiği seçim propagandasıyla seçimi kazandı. Roosevelt’in iktidara geldi- ği 1933 yılının başında kriz de en şiddetli noktasına ulaşmıştı. New York Borsası’nın çökmesiyle birlikte hisse senetleri bir anda kağıt parçası- na dönüşürken, İşaslar birbirini izledi. Olay kısa zamanda diğer ülkelerin mali piyasalarına da sıçradı. Çözüm olarak pek çok ülke korumacı önlemlere başvurdu. Dünya ticareti hızla daralmaya, ekonomik gelişme duraklamaya başladı. ABD’nin kredi verdiği ülkeler borçlarını ödeyemez duruma düştüler. ABD’deki mali kriz de bu ülkenin yeni kredi vermesini engelledi. Bu arada 1931 yılında dünya dış ticaretinin dayanağı olan uluslararası altın sistemi de çökmüştü. 1932 yılında ABD’nin üretimi yarı yarıya düşmüş, yüzlerce banka, 90 bin imalathane kapanmış, işgücünün dörtte birini oluşturan 15 milyon kişi iş işsiz kalmış, ücretler yarı yarıya azalmıştı. Kriz dış ticaret ve mali piyasalar yoluyla tüm ülkelere yayıldı. Bu ülkelerin toplam ithalat hacmi 1929’dan 1932’ye kadar yüzde 23,5 oranında azaldı. 1938’e gelindiğ inde bile toplam ihracat hacmi, 1929’daki seviyesine ulaşmamıştı.

KÖYDEN KENTE GÖÇ BÖYLE BAŞLADI
1929 bunalımı ortaya çıktığında, peş peşe savaşlardan çıkmış, son kalan barutuyla da ulusal kurtuluş mücadelesini vermiş olan genç Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in önderliğinde “iktisadi kurtuluş savaşı”na hazırlanıyordu. Büyük Buhran’ın başladığı 1929, Türkiye için de çok önemli bir yıldı. Öncelikle Lozan Anlaşması’ nda öngörülen gümrük vergisi oranlarının değiştirilmesi için tanınan süre doluyordu. Hükümetin vergileri artı racağı yönündeki beklenti, ithalatı körükledi. Aynı yıl, hem Osmanlı’dan kalan borçların hem de devletleştirilen demiryolları nın ödemeleri başlıyordu. Bu üç etmen bir araya gelince döviz talebi hızla arttı. O yıllarda döviz kurları piyasada belirleniyordu ve hükümetin kurlara müdahale etmesini sağlayacak ne yeterli rezervi ne de bir kurumu vardı. Bu nedenle Türk lirası hızla değer kaybetmeye başladı. Öte yandan en önemli döviz kaynağı olan tarım ürünlerinin uluslararası piyasalardaki fiyatı hızla geriliyordu. Fiyatlar iç piyasada da gerilemesi ülke nüfusunun çok büyük bir bölümünü oluşturan tarım kesimi için tam bir felakete neden oldu. 1920’lerin sonunda traktör sayısının artması yla birlikte tarım ürünleri ihracatı iyi bir gelir kaynağı haline gelmişti. Önemli bir bölümü Amerika’ya yapılan ihracatın finansmanı da yabancı kredilerle sağlanı yordu. Krizle birlikte hükümet bütün diğer ülkeler gibi gümrük tarifelerini yükseltince sistem tıkandı. Tarım kesimi, borçlarını ödemek için elindeki traktörünü ve tarlasını satmak zorunda kaldı. Satacak bir şey kalmayınca da krizin şidde tini arttıran en önemli sorun ortaya çıktı; “köyden kente göç”. Sonuçta, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan tarım kesiminin yoksullaşması ile ülkenin kalkınma politikası da büyük sekteye uğradı.

“NAZİ ALMANYASI” KURTARICI OLDU
Türkiye’nin krizden çıkmak için uyguladığı politikalar, diğer gelişmekte olan ülkelerden bir dereceye kadar farklılık gösterdi. Bu dönemde korumacı bir politika izlemeye başlayan Türkiye, dış ticaret ve döviz üzerindeki devlet denetimini artırdı. Bir yandan ithalata miktar kısıtlamaları getirilirken, öte yandan gümrük vergileri yükseltildi. Bunun sonucunda ihracat, ithalatın üzerine çıkarken, dış ticaretin milli gelir içindeki payı geriledi. Bu uygulamalar sonucunda örneğin Latin Amerika ülkelerinde 1929-1933 yılları arasında ekonomi yıllık ortalama yüzde 14’lere varan oranlarda küçülürken, Türkiye yüzde 7,5 oranında büyüme kaydetti. Bu dönemde ihracat daha çok kliring ve takas yöntemleriyle yapılmaya başladı. 1936’dan sonra ise Nazi Almanya?sı- nın tarımsal ürün ve hammadde talebini yüksek fiyatlarla Türkiye’ye kaydırması ihracatı artırırken, Osmanlı borçlarının yıllık ödemelerinin yeni bir plan ile yarı yarıya azaltılması da dış ödemelerde rahatlama getirdi. Türkiye’nin izlemeye başladığı politikanın önemli bir sonucu da ithal ikameci sanayileşmenin başlaması na yol açması oldu.