Dünyada özellikle Uzak Doğu kaynaklı küresel bir pasta paylaşım savaşı yaşanıyor. Halihazırdaki makinelerimiz kopyalanıyor, müşterilerimiz elimizden uçuyor.

Dünyada özellikle Uzak Doğu kaynaklı küresel bir pasta paylaşım savaşı yaşanıyor. Halihazırdaki makinelerimiz kopyalanıyor, müşterilerimiz elimizden uçuyor. Yerimizi koruyabilmek için bile sürekli yeni ürünler imal etmek zorundayız. 2016 yılında milli gelirimizin üzerindeki birkaç puanlık bir artış bile sektörümüzün dinamizminin bir göstergesi sayılabilir. Alt sektörümüz olan tekstil makinelerinde de ana sektöre paralel ihracat artışları kaydettik. Ancak sektörümüzün asıl hedef pazarlarından olan yakın komşularımızdaki problemler firmalarımızı zorladı. Tekstil üretiminin Uzak Doğu ve Güney Doğu Asya’ya kayması, Çin ve Hindistan’ın sıkı yerlileştirme politikaları sorunlara ayrıca tuz biber ekiyor. Diğer taraftan döviz kurlarının pek sert hareket etmese de sürekli olarak gerçek değerinden biraz yukarıda olmasını savunanlardanım. Yükselen kurun etkisiyle zorlandığımız pazarlarda daha avantajlı duruma geçtiğimizi söyleyebiliriz. Bunun etkisinin rakamlara yansıması için bir süreye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. En azından sektör bu sayede ekonomik durgunluktan daha az yara alarak çıkacak. Teşvikler noktasında ise en göze çarpan -belirli bir süre için- yerli makine alımlarında kullanılan kredinin faizinin KOSGEB tarafından ödenmesi durumuydu. Bu teşvikin son derece yerinde ancak birkaç haftalık geçici bir süre için olması nedeniyle fazla fayda sağlamadığını gördük. Kısa bir sürede yatırım kararı, KOSGEB’e başvuru, yerli malı belgesi edinme gibi insanı yoran bir durum ortaya çıktı. Sektörün ihtiyacı geçici rahatlatmalardan çok akılcı, kamuda ve özelde yerli malının kullanımını gerçekten teşvik edici politikalardır. Bazı genel makineler çok satılır; müşterisi, üreticisi, rekabeti çoktur. Bu makinelerin üretimini Uzak Doğu iyi başarıyor. Diğer tarafta özel makineler vardır; uzmanlık ve know-how gerektirir, katma değeri yüksektir, rekabeti azdır. Örnek vermek gerekirse bunu da Almanya iyi başarıyor. Bizdeki eleman maliyetleri Uzak Doğu gibi ucuz olmadığından ve şirketlerin sermaye birikimleri de büyük miktarlara karşılık gelmediğinden, zorunlu olarak daha düşük adetli ama katma değeri yüksek makineler üretmek zorundayız. Tek problemimiz bu katma değerli makineleri geliştirip üretebilecek derecede eğitimli insan bulmaktaki. Maalesef çoğu üniversitelerden mezun mühendisleri Ar-Ge’de kullanamıyoruz. Bu açığı da yetenekli gördüğümüz genç mühendisleri şirket içi eğitimlere yönlendirerek kapatmalıyız.

TÜRKİYE’NİN MAKİNECİLERİ’NİN ÇALIŞMALARI HAYATİ ÖNEMDE

Makine, diğerlerinden çok farklı bir sektördür. Süreci iyi anlamak gerekir. Yeni bir makine üretileceği zaman, süreç, kavram geliştirmekten başlar. Sonra Ar-Ge, prototip, endüstriyel tasarım ve sahada deneme süreciyle devam eder. Önce makinenin yerli kullanıcılara satılması, buralarda denenmesi, gereken testlerin ve değişikliklerin yapılarak ihracata hazır hale geldiğine karar verdikten sonra- ihraç edilmesidir. Bu süreç en az beş yıllık ve çok maliyetli bir süreçtir. Buradaki asıl zorlayan konu daha adı bile duyulmamış bir makinenin sahadaki deneme süreci için yerli müşterilere satılmasındaki zorluktur. Eğer devlet ciddi olarak yerli makine alımını teşvik ederse, sektörümüz hem maddi olarak daha güçlü hem de teknoloji olarak daha ileri hale gelip ihracatını kat kat artıracaktır. Yerli makine teşviki gözden kaçmış ama Ar-Ge teşvikinden bile çok daha önemli bir konudur.

Günümüzde her şey internet üzerinden ya da broşürle satılabilir, ancak makine müşterisi makinenin çalışmasını bizzat görmeden almaz. Makine alımı, alıcıyla satıcı arasındaki bir evliliğe benzer. Satıcı mutlu etmek zorunda olduğu alıcısını referans göstererek yeni müşterilerini ikna edecek, alıcının da yıllar boyu servis ve yedek parça için satıcıya ihtiyacı olacaktır. Makinelerin fonksiyonları, estetiği, sağlamlığının yanında güven verebilmesi çok önemlidir. İşte tam burada Türkiye’nin Makinecileri’nin gerçekleştirdiği etkinlikler hayati önem taşıyor. Bu anlamda tüm dünya ilgi alanımız kapsamına giriyor. Ancak Almanya, ABD, İngiltere ve Rusya gibi gelişmiş ülke pazarları hem miktar bakımından doyurucu, hem de ihtiyaçları bakımından bizi teknolojik açıdan daha yükseğe taşıyabilecek pazarlardır. Almanya’ya makine satabilen bir firma, dünyanın her tarafına makine satabilir.

SEKTÖRÜN EN BÜYÜK SERMAYESİ NİTELİKLİ İNSAN KAYNAĞI

Türkiye’nin toplam ihracatında kayıplar devam ederken makine sektöründe yükseliş sürüyor. Bu çerçevede artan Ar-Ge çalışmaları, buna paralel olarak artan kalite algısının sonucu güvenle tercih edilen makineler ortaya çıkması, Türk makinesine sadık müşteriler kazandırmaya devam ediyor. Makineler genelde referansla satıldığı için bu artışın sektörümüzün yurt dışındaki saygınlığının artması olarak da yorumlayabiliriz. Nitelikli insan kaynağı bizim en büyük sermayemiz. Maalesef en çok sıkıntı çektiğimiz nokta da burası. Şirketler bu ihtiyaçlarını gidermek için üniversite giriş sınavında yüksek puan almış ve okulda da yüksek notla mezun olmuş, yani daha akıllı gençleri işe alıp, meslek içi eğitimlerle daha işe yarar hale getirmeli. Üniversitelerden çok mühendis yetişiyor ama bunların bilgi seviyeleri dünya standartlarında birer Ar-Ge personeli olarak istihdam edilmelerinden çok uzak. Devletin yapması gereken, üniversite eğitimlerini uluslararası standartlara çekmek. Bizim daha çok değil, daha iyi mühendislere ihtiyacımız var.

Her makine uzun bir Ar-Ge projesi neticesinde ortaya çıkar ve satılabilir hale gelir. Makinecinin en büyük kaynağı da sanayideki sorunlar, ihtiyaçlardır. Bugünkü Ar-Ge destek yapısı, herkesin kendi makinesini kendisi yapması için teşvik verilmesi üzerine kurulu. Destek sisteminin, makinelerin en az bir makine firmasıyla birlikte yapılmasını sağlar hale getirilmesi; sektörün hem ürün çeşitliliği, hem de teknolojik olarak gelişmesini sağlayıp daha çok ihracat yapabilmesinin önünü açacaktır. Ayrıca dünyada en fazla makine üreten ve en fazla makin alan ülke Çin. Ancak mütekabiliyet esaslarına aykırı uluslararası anlaşmalar nedeniyle Çin, bizim makinelere yüzde 30 gümrük uygularken biz sadece yüzde 3 uyguluyoruz. Dolayısıyla da satamıyoruz. Bu durumun bir an önce mutlaka değiştirilmesi gerekir. Bir makine ihracatçısı sürekli olarak yurt dışından deneme hammadde, sattığı makinenin garantiden geri dönen bir parçası ya da özel bir makinede kullanması gereken, yurt içinden temini mümkün olmayan bir aksamını ithal etmek zorunda. Tüketicileri yurt içinden temine yönlendirmek için 30 euro bedelin üzerindeki ithalatlara beyanname şartı getirildi. Bu da her bir minik ithalat için 300 dolar gibi bir masraf çıkarıyor ve yılsonunda büyük bir rakam gider kalemi oluşması anlamına geliyor. Bu durumun AB standartlarına getirilmesi gerekiyor.