Göreve geldiğimiz günden itibaren yapacağımız her işin sistematik, hedefleri belirlenmiş ve ölçülebilir olmasına dikkat ettik. Aynı zamanda bu çalışmaları...

Göreve geldiğimiz günden itibaren yapacağımız her işin sistematik, hedefleri belirlenmiş ve ölçülebilir olmasına dikkat ettik. Aynı zamanda bu çalışmaları kurumsallaştırmayı da amaçladık. Kişilerle kaim olan bir şey yapmak istemedik. Bu noktada da yıllar önce; “Sektör hangi konumda, teknolojiye sahip olma konusunda nerede? Güçlü-zayıf yanları ile avantajları ve dezavantajları nelerdir?” soruları çerçevesinde bir durum tespiti ortaya koyduk. Tabii ki yıllar geçiyor. Geçtikçe de değişiklikler yaşanıyor ve o durum değişikliklerini tekrar analiz ediyoruz. Dolayısıyla bu çalışma da geçmişte yaptıklarımızın devamı niteliğinde. Önce durumu tespit ediyor sonra da küresel rekabet içerisinde neler yapmamız gerektiğinin analizini yapıyoruz. Tabii bunun için de pazardaki yerimiz, mevcut durumumuz çok iyi tahlil ediliyor. Akabinde de MAİB ve MAKFED olarak hep birlikte çalışmalarımıza bir rota çiziyoruz. Bir başka koldan da siyaset ve bürokrasiye de makine sektörünün gelişmesi için üstlenmeleri gereken görevlerin neler olması gerektiği konusunda fikir oluşturuyoruz. Netice itibarıyla söz konusu çalışma da 10 yılı aşkın zamandır devam eden sürecin bir parçası.

TEKNOLOJİ ÜRETMEK İÇİN NİTELİKLİ İNSAN KAYNAĞI ŞART

Biz daima şunu iddia ediyoruz: Makine sektörünün var olan pek çok sektörden biri olarak algılanması son derece yanlış. Ülkemizin de içerisinde bulunduğu ve orta gelir tuzağı olarak adlandırılan, 10 bin dolar seviyesindeki kişi başı milli gelir ölçeğinin aşılabilmesi oldukça zor. Bu noktada ise çözüm, nitelikli insan kaynağı. Teknolojiyi üreten ülke olma konumuna geçmeniz gerekiyor. O da topyekûn bir kültürün değişmesi gibi çetrefilli bir görev. Dünyada son 60- 70 yıldır orta gelir tuzağını aşabilmiş iki ülke var: Güney Kore ve Tayvan. Onlarca ülke arasında ve 60-70 yılda sadece iki ülke orta gelir tuzağından sıyrılabilmiş. Bahsettiğimiz işin zorluğunu bu durum zaten anlatıyor. Güney Kore ve Tayvan üç sektörü kendilerine lokomotif edinerek orta gelir tuzağını aşmayı başarmış. Bu sektörler de; makine, elektronik ve yazılım. Şimdi tek başına makine dediğiniz zaman, bu durum demiri eğip-bükmek anlamına gelir. Bu işte ne kadar mahir olursanız olun yine de makinenin kilogram değerini belli rakamın üzerine çıkaramazsınız. Dolayısıyla ülkemizde makineyle birlikte elektronik ve yazılım sektörünün de gelişmesi gerekiyor. Endüstri 4.0’ı da işin içine kattığınız zaman bu dönüşümün sağlanması şart. Yani biz makineyi topyekûn bir çerçevenin içerisine koyuyor ve makineciler olarak oradan bakıyoruz. O çerçevenin içerisine aynı zamanda; nitelikli, kabiliyetli, meraklı, araştırıcı, Ar- Ge’ye önem veren, vizyoner, girişimci insanları koyuyoruz. Bu faktörleri de tek başına yeterli görmüyor elektronik ve yazılım sektörlerinin gelişmesi gerektiğini de söylüyoruz. Dünyada artık “yapmak” her şey demek değil. Bir makinede, o makinenin elektronik donanımlarıyla ilgili bir cihazı yapabilirsiniz ama o cihazı iyi bir şekilde yapmanız kullanabileceğiniz anlamına gelmiyor. Çünkü eğer küresel bir oyuncuysanız o sürücüyü yapan firmanın bütün dünyada servis teşkilatları olması gerekiyor. İşte Çin de bu durumun farkında olduğu için her yıl birçok Avrupalı firmayı satın alıyor. Bunların hepsi bir bütün. Biz ise körün fili tarifi gibi filin sadece bacağını tutup fil tarifi yapıyoruz. Halbuki, hadiseye çok bütünlüklü bir şekilde bakmak gerekiyor. İşte bahsettiğimiz strateji ya da durum tespiti bunlarla ilgili ve bu da kolay bir iş değil. Türkiye’de; siyaset, yöneten bürokrasi, vizyoner girişimci, nitelikli insan kaynağı ve finansman da dahil olmak üzere bu konunun bütün paydaşlarının organize olması gerekiyor. Bu sacayaklarının hepsinin bir araya gelerek organize olarak çalışması şart. Bunlardan biri olmadığı zaman, topyekûn bir sektör hikâyesi değil, o sektörü temsil eden az sayıda bireysel hikâye çıkacaktır. Bireysel hikâyeler Türkiye’nin hızla büyümesi, gelişmesi için yeterli olmaz. Dolayısıyla tüm bu çalışmaları, bütünlüklü olarak nasıl hareket etmemiz gerektiğini donelerle ortaya koyan önemli unsurlar olarak görüyoruz. Bize düşen görev bu çalışmaları sayfalar üzerindeki planlar olmaktan kurtarıp paydaşların eksiksiz tümünün katılımıyla hayata geçirmek.

BİR KÜLTÜR DEĞİŞİMİ GEREKİYOR

Bizim asıl meselemiz bu raporları hazırlamak değil. Bu raporlar pek çok sektörde, sektörel bakış açısıyla hazırlanıyor. İnsanlar da bu noktada “Çok fazla toplantı, kongre vs. etkinlikler yapıyoruz. Çok konuşmamıza rağmen az iş yapıyoruz. Yapmak konusunda bir problem yok. Problem, kültürün değişimi dediğimiz, girişimcinin ve insan kaynağının niteliği konusunda ortaya çıkıyor. Diğer bir sıkıntı da meseleleri organize, sistematik bir şekilde ele alma kabiliyeti. Bu iki noktada ağır sıkıntılarımız var. Bütün bu büyüme gelişme süreçlerinin ise asıl bu iki noktadaki kabiliyetlere oturması gerekiyor. Hazırladığımız raporlarla ulaşmak istediğimiz hedef de bu aslında. Eğer paydaşların tamamı, bahsettiğim bu kültürü değiştirme noktasında ciddi ve samimi bir tavır sergilerse başarmamız oldukça mümkün. Şöyle söyleyeyim; Çin’in makine ihracatı 1992 yılında 3 milyar dolardı. Çok değil 2005 yılına geldiğinde yani aradan 13 yıl geçtiğinde bu rakam 300 milyar dolara çıktı. İşte bu rakam inanılmaz bir şey. Yani Çin Türkiye’nin toplam ihracatının iki katı kadar makine ihraç ediyor. Bunu 13 senede yapabilmiş. Fakat bu bahsettiğim gibi topyekûn bir stratejinin ürünü. Yani palyatif, günlük bir bakışla gelişen bir durum değil. Derin bir strateji açıkçası.

ÜRETİM ARAÇLARINI İMAL EDEBİLMELİYİZ

Üretim araçlarını yani teknolojiyi üretenler kazandığı için makine sektörü ülkelerin gelişimde en büyük rolü oynayan sektör olarak öne çıkıyor. Makine sektöründe başarılı olmayı bir hedef olarak önünüze koyduğunuzda ise elektronik ve yazılım sektöründeki gelişmeyi de tetikliyorsunuz. Teknoloji büyük bir hızla değiştiği için de üretim araçlarını üretmenin önemi bir kez daha kaçınılmaz olarak karşınıza çıkıyor. Dışarıdan aldığınız ürünün materyal ömrü uzun olsa da teknolojik ömrü oldukça kısa. Ülkenizin bir eskimiş makineler çöplüğüne dönüşmemesi için de kendi teknolojinizle üretim araçlarını, makineleri imal etmeniz gerekiyor. Bu noktada özellikle şu hususu bilmeliyiz: Gökten para da yağdırsanız eğer nitelikli insan kaynağınız yani meraklı, arzulu, çalışmak isteyen kadrolarınız yoksa ve kültürünüzde bu insanlara değer verilmiyorsa başarı şansınız çok düşük. Yüzleşmemiz gereken gerçekler söz konusu. Bugün ülkemizin GSYİH’si 750 milyar dolar civarında. Apple firmasının değeri ise 800 milyar dolar. Merkez Bankamız kasasında kendisine ait 16 milyar dolarla konsolidasyon sağlamaya çalışıyor. Apple’ın kasasında ise 250 milyar dolar mevcut. Durumu iyi tahlil etmemiz lazım. Oturup kendi kendimizi şişireceksek eğer onu herkes yapabilir. Fakat ben bu durumda umutsuz değilim. Ortada bir fırsat da yatıyor. Şu fıkra çok şey anlatıyor aslında: Bir ayakkabı firması Afrika’ya satış elemanını gönderiyor. Eleman 15 gün sonra geri döndüğünde patronuna “Biz burada hiç bir şey satamayız çünkü herkes yalın ayak geziyor!” diyor. Firma aynı yere başka bir elemanına gönderiyor. Bir müddet sonra o satış elemanı geri geldiğinde ise “Patron zengin olduk! Burada kimsenin ayakkabısı yok!” diyor. Dolayısıyla bakış açınız da çok önemli. Dünya öyle bir yer ki biz bu insan kaynağını yaratabilir, kafa yapımızı değiştirebilirsek inanılmaz fırsatlar mevcut. Değişim zor bir iş. 300 yıldır dünya ekonomisinden aşağı yukarı aynı payı alıyoruz. Bu rakamı yukarı taşıyamamışız. Coğrafi avantajlarımız da dikkate alındığında, bilgiye dayanan doğru tahlil ve analizlerin ışığında çok büyük işler başarabiliriz. Fakat bunun karşılığında rahatımız biraz bozulacak. Üretenin, iş yapanın, bürokratın, siyasetçinin, hepimizin rahatımızı bozmaya talip olmamız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz vasatlık bir konfor halidir. Orta gelir tuzağından çıkışın çok zor olmasının sebebi de başlı başına bu halin yarattığı konfordur. Rahatımızı bozarak bu konfordan çıkışa talip olmamız gerekiyor.