Yapısal sorunlar ifadesiyle yeni ortaya çıkmış ve bilinmeyen şeylerden bahsetmiyoruz. Aslında söz konusu bu sorunlar, sektör temsilcilerinin yıllardır dile getirdiği konular.

TÜRKİYE’NİN İHRACAT ÜRÜNLERİ İÇİNDE MAKİNE VE TEÇHİZAT GRUBU ÖNEMLİ BİR YER TUTUYOR. AÇIKLANAN SON İSTATİSTİKLER DE BU TESPİTİ DOĞRULUYOR. YÜKSELEN İHRACATA RAĞMEN MAKİNE SEKTÖRÜNÜN DIŞ TİCARET AÇIĞI VERDİĞİ DE BİR DİĞER GERÇEK. GENEL OLARAK İHRACATIN İTHALATI KARŞILAMA ORANI YÜKSELDİKÇE BUNUN BÜYÜK BİR SORUN TEŞKİL ETMEDİĞİNİ SÖYLEYEBİLİRİZ. DIŞ TİCARET AÇIĞINI TÜRK MAKİNE SEKTÖRÜ LEHİNE ÇEVİRMEK İSTİYORSAK YAPISAL BAZI SORUNLARA İVEDİLİKLE EĞİLMEK GEREKİYOR.

Yapısal sorunlar ifadesiyle yeni ortaya çıkmış ve bilinmeyen şeylerden bahsetmiyoruz. Aslında söz konusu bu sorunlar, sektör temsilcilerinin yıllardır dile getirdiği konular. Aktüel gelişmelerse artık bunun ertelenemeyecek bir önemde olduğunu gösteriyor. Peki, bu yapısal sorunlar nelerdir?

Hâlihazırda tabii ki Türkiye’de üretilen makine ve teçhizatlar ihraç ediliyor ama bunların ara mal ithalatına bağımlılığı yüksek ve bu sorunun giderilmesi gerekiyor. Sorunu çözerken rekabetçilikten ödün de vermemek gerekli. Sektörün önemli ihraç kalemlerinin sürdürülebilir ihracat yapısını sağlamak çok önemli, zira küresel ticarette daralma eğilimleri gözlemleniyor. Sorun sadece ihracatta dışa bağımlılığı azaltmak ve sürdürülebilir ihracat sağlamak değil; hem bu iki sorunu çözecek hem de çağın talepleri doğrultusunda daha “akıllı” makineler, sistemler ve dolayısıyla daha fazla teknolojik artı değer yaratabilmek. Bu teknolojik artı değeri sağlamak ise topyekûn bir teknoloji seferberliğiyle yapılabilecek bir iş. Bilinen şeyler olduğu için teknolojik gelişimin temelini oluşturacak faktörler olarak Ar-Ge ve inovasyon alanındaki yapısal zayıflıklarımızdan burada tek tek bahsetmek istemiyorum. Teknolojik seferberliği gerçekleştirecek, üstlenecek, ileri taşıyacak ve bilimsel uygulamalı araştırmalar yapacak teknik personelin yetiştirilmesi, yani kalifiye teknik personel eksikliği uzun bir süredir gündemimizde yer alan yapısal sorunlardan. Kısaca, kısır döngüden çıkmak için birbirini zincirleme tetikleyen unsurları gözeten, yani üretimi merkeze alan bir zihniyet dönüşümü ve bunu destekleyecek sanayi politikalarının (personel eğitimi, Ar-Ge, inovasyon) bir an önce orta vadeli programda yer alması gerekiyor. Yine, herkesin bildiği ve dile getirdiği bir başka gerçeği de tekrarlayalım; bilhassa makine sektörü acilen yabancı yatırım çekilmesi gereken bir sektördür. Yabancı yatırımlar sektör açısından kıymetli olan bilgi transferi için önemli bir faktör olmaya devam ediyor, hatta önemi her geçen gün daha da artıyor. Teknoloji yoğun ürün ve sistemlerin Türkiye’de yeşertilmesi için bu yatırımların özendirilmesi, teşvik edilmesi gerekiyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, hangi teknolojik yatırımların öncelik taşıdığı ve teşvik edilmesi gerektiği hususudur. Bunu da mevcut ihracat ve üretim yapımız içinde riskler barındıran ürün ve ürün gruplarına bakarak çıkarsamak zor olmasa gerek.

ALMANYA VE DİJİTAL ÇAĞ

Makine İhracatçıları Birliği’nin uzun zamandır odağında Almanya yer alıyor. Bir yandan Almanya’ya sektörel ihracat artarken diğer taraftan Almanya, küresel birçok teknolojik yeniliğe, dönüşümlere ev sahipliği yapması nedeniyle takip edilmesi gereken bir ülke olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla Almanya, her yönüyle cazip bir ülke olmaya devam ediyor. Almanlar Endüstri 4.0 kavramını ilk kez ortaya attıklarında, hep beraber bunun küresel bir iddiaya yönelik etkin bir pazarlama stratejisi olduğunu söyledik. Bu tespit, o dönemler için doğruydu. Fakat şimdi köprünün altından çok sular aktı ve Endüstri 4.0 kavramın içeriği oluşmaya ve hatta olgunlaşmaya başladı.

Makine ve otomotiv sanayisinde dünyada lider ülkelerden biri olan Almanya, Dijital Çağ için gerekli sanayi politikalarını güncellemeyi başardı. Belki “başardı” kavramı abartılı olacak ama daha doğru bir tanımlamayla bu yönde gerek teoride gerekse de pratikte önemli adımlar attı; çerçeveyi belirlemeye başladı diyebiliriz. Almanya’nın sanayi politikalarındaki değişim ve dönüşüm tartışmalarını yakından izleme olanağım oldu. Bu süreçte dikkatimi çeken ve ilginç olan; kamu, işletmeler, üniversite ve araştırma enstitülerinin eşit birer paydaş olarak bir platformda yan yana gelmeleri ve ortak akılla bu süreci yönetmeleriydi. Tabii ki paydaşların saha görevleri farklılık içeriyordu ve önemli olan da zaten değişik yetki ve yetkinlikle çağa uygun hale dönüştürülmesiydi. Şimdilerde kamunun teknolojik aplikasyonlar için startuplara verdiği desteklerden, işletmelerin dönüşümü için sağlanan vergi desteklerinden, üniversitelerde hemen hemen her branşta çağın gerekliliklerine uygun yeni müfredatın oluştuğunu görüyoruz.

Almanya’da yapılan bu çalışmaların küresel boyuta aktarılması noktasında da diğer ülkelerle önemli ikili, üçlü iş birliği anlaşmaları yapılıyor. ABD’den Japonya ve Çin’e kadar önemli ülkelerle Endüstri 4.0 başlığı altında toplanan dijitalleşme, akıllı fabrikalar, robotik çözümler alanında teknolojik iş birliği anlaşmaları imzalanıyor ve sahada somut projeler yürütülüyor. Bu projeler ve sonuçları ilgili kamuoyuyla da paylaşılıyor. Yani kapalı kapılar ardında yapılan bir şey yok. Zaten dijital zamanın en belirgin karakteristik özelliği, gizli saklı işlerin azlığıyla doğru orantılı olmasıdır.

Yeni sanayi politikalarının belirlenmeye başladığı bu dönemde, geçmişe göre Almanya’nın neler yaptığı daha fazla izlenmeli, yapılanlar Almanya’yla karşılaştırılmalı ve iyi takip edilmelidir.