NAPOLYON BONAPART’IN “BİRLEŞİK AVRUPA” İDEALİ, WATERLOO SAVAŞI İLE SONA ERER. NAPOLYON, KOMUTANI MAREŞAL NEY’İ YANINA ÇAĞIRIP, SAVAŞIN NEDEN KAYBEDİLDİĞİNİ SORAR. KOMUTAN; “SEBEP ÇOK SAYIN NAPOLYON” DİYE BAŞLAR SIRALAMAYA... “BİRİNCİSİ, BARUT BİTTİ.” “İKİNCİSİ...” DİYE DEVAM ETMEK İSTEYİNCE NAPOLYON ONU SUSTURUR: “ÖTEKİLERİ SAYMANA GEREK YOK.” TÜRK MAKİNE SEKTÖRÜNÜN İHRACATIN FİNANSMANINDAN NİTELİKLİ ARA ELEMAN İHTİYACINA, VERGİSEL SORUNLARDAN FİKRİ MÜLKİYET HAKLARINA KADAR KRONİKLEŞMİŞ BİRÇOK SIKINTILARI MEVCUT. BUNUNLA BİRLİKTE SEKTÖRDE “ÖLÇEK” SORUNUNUN BERABERİNDE GETİRDİĞİ “KAYIT DIŞILIK VE HAKSIZ REKABET” DE, EKONOMİK GELİŞMENİN, YÜKSEL KATMA DEĞERLİ VE TEKNOLOJİK ÜRETİMİN, SANAYİLEŞMEDEKİ DERİNLEŞMENİN ÖNÜNDEKİ EN ÖNEMLİ ENGEL OLARAK DURUYOR. YANİ, NAPOLYON HİKÂYESİNDE OLDUĞU GİBİ, HAKSIZ REKABETİN OLDUĞU BİR YERDE BELKİ DE DİĞER SORUNLARI KONUŞMAK BİLE YERSİZ SAYILABİLİR. HATTA KAYIT DIŞILIĞIN VE HAKSIZ REKABETİN SONA ERMESİ, DİĞER SORUNLARIN EN AZINDAN KAYDA DEĞER BİR KISMINI GÜNDEMDEN DÜŞÜRECEK BİR KONU OLARAK KABUL EDİLEBİLİR. ÖRNEĞİN, HAKSIZ REKABETİ ENGELLEYEBİLİRSEK, FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI İHLALLERİ DE GÜNDEMDEN BİR ANDA DÜŞECEKTİR.

Moment Expo’nun bu sayısında, Türkiye’de hemen hemen tüm sektörlerde görülen ölçek ekonomisi ve haksız rekabet sorununu tarım makineleri sektörünün penceresinden, ilginç rakamlarla ele almaya çalışacağım. Tarım makineleri sektöründe, önemli AB ülkelerinde 500 ila 600 imalatçı firma faaliyette bulunurken, Türkiye’de ise Tarım ve Orman Bakanlığı’nın son verilerine göre 1.081, TÜİK kayıtlarına göreyse 1.679 firma faaliyet gösteriyor*. Aslında bu iki rakam arasındaki fark bile sorunun boyutu konusunda bir ipucu veriyor bize: Tarım ve Orman Bakanlığı’nda herhangi bir kaydı bile olmayan yaklaşık 600 firmanın nasıl bir üretim yaptığı bile başlı başına bir muamma... Firma sayısının daha fazla olması, daha fazla çalışan sayısı, daha fazla üretim değeri ya da ihracatla anlam kazanabilir. Oysa birim firma başına üretim değeri dikkate alındığında Türkiye 2,3 milyon euro seviyesindeyken, Almanya 19,4 milyon euro, Fransa 7,8 milyon euro, İngiltere 4,9 milyon Euro ve İtalya 4,4 milyon euro seviyelerinde bir üretim değerine sahip bulunuyor. Üretim değerleri bu seviyedeyken istihdama bakıldığında ise birim firma başına Türkiye’deki 19 çalışana karşılık Almanya 69, Fransa 32, Polonya 31 ve İngiltere 16 çalışan istihdam ediyor. AB ortalaması ise 24 olarak kayıtlarda yer alıyor. Firma başına düşen ortalama istihdamın az olması, ortalama üretim değerinin daha çok olmasıyla, yani otomasyona dayanan daha verimli üretimle bir anlam kazanabiliyor. Türkiye’deki tarım makineleri sektörü ne yazık ki bu konuda da Avrupa’daki öncü ülkelerinin gerisinde yer alıyor. Örneğin Almanya’da çalışan kişi başına düşen üretim değeri 281 bin euro iken, Türkiye’de bu değer sadece 130 bin euro seviyesinde bulunuyor. AB ortalaması ise 223 bin euro olarak Türkiye’nin neredeyse iki katı bir seviyede konumlanıyor. Rakamlar bu şekildeyken, sorunun bir de bizden götürdüklerine bakalım. Türkiye’deki pazar büyüklüğüne göre oldukça fazla sayıda olan firmaların büyük bir kısmı kaliteden/teknolojiden daha çok fiyatta rekabeti ön plana çıkarıyor. Bu firmaların kayıt dışı faaliyetlerinin düşük fiyat rekabeti sebebiyle diğerleri üzerindeki maliyet azaltma baskısı oluşturması ise önemli bir sorun oluşturuyor. Bir sektörde bölünmüş, mali durumu zayıf, Ar-Ge yeteneğinden yoksun, büyük iş yapma yeteneği ve kapasitesi olmayan, mevzuatlara aykırı, güvensiz ve kalitesiz üretim yapan çok sayıda küçük firmanın varlığı, ekonomiler için önemli bir kırılganlık/ zayıflık olarak kabul ediliyor. Bu husus elbette tarım makineleri sektörü için de hayati bir önem taşıyor. Bu -haksız- rekabet, faaliyet kârlılığını düşürmekle kalmıyor, düşük kâr marjları da doğal olarak Ar-Ge faaliyetleri başta olmak üzere nitelikli teknoloji kullanımını, nitelikli istihdamı, markalaşma ve pazarlama harcamalarını da azaltıyor. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından yapılan bir ankete göre iş yapma önündeki en büyük engel, kayıt dışılıktan kaynaklanan haksız rekabet olarak belirtiliyor. Benzer şekilde MAKFED tarafından 11-17 Ağustos 2020 tarihlerinde gerçekleştirilen “Makine Sektörüne Koronavirüs Etkileri ve Tedbirleri Değerlendirme Anketi-4. Faz” sonuçlarına göre, önümüzdeki üç yıl içinde firmaların kurumsal dayanıklılık yönetiminde mücadele edecekleri en önemli ikinci risk “agresif rekabet” olarak görülüyor. Tam da bu noktada alıcıların talebinin nasıl şekillendiği sorusu akla gelebilir: Yani, “Alıcıların önceliği kalite mi yoksa fiyat mı bazında mı şekilleniyor?” Aslında bu hususta bir kısım alıcılar tarafından sıklıkla unutulan bir nokta, “Bir ürünün edinim bedelinin, satın alma bedeli olmadığıdır.” Makinenin ekonomik kullanım ömrü boyunca gösterdiği performans, fayda, kullanım, bakım–onarım kolaylığı ve buna ölçek olacak çalışma saati maliyeti, “edinim bedeli” olarak görülmelidir. Yeniden “tarım makineleri özeline” dönersek, ne yazık ki Türkiye’de mevcut arazi ölçeklerinin durumu ve çiftçilerin alım gücünün düşük olması, yurt içi talebin de teknoloji seviyesi ve kapasitesi düşük makineler üzerinde yoğunlaşmasına sebep oluyor. Bu da doğal olarak katma değeri düşük bir üretimi zorluyor. Düşük katma değerli, düşük teknolojili üretim ise tarım makineleri imalat sektörüne sürekli olarak yeni firmalar dâhil olmasına neden oluyor. Bu kısır döngü içinde genel makine sektöründe girişimci sayısı bakımından ilk sırada tarım makinelerinin yer alması, elbette bir tesadüf olarak karşımıza çıkmıyor. Peki, neler yapılabilir? Doğal olarak bu kısır döngünün sebep olduğu haksız rekabetin önlenmesi için yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Birtakım yasal düzenlemeler ana hatlarıyla düzgün bir şekilde oluşturulmuşken, bu kez de uygulama ve denetim sıkıntıları ortaya çıkıyor. Tabii bu yasal düzenlemelerin engelleme veya kısıtlama şeklinde değil, etkin piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin yapılması, teşvik ve desteklerin belirli ölçütler kapsamında verilmesi gibi düzenleyici bir biçimde yapılması önemli. Bu çerçevede kamu denetimi etkinliği ve belli kurallarla piyasayı düzenlemesi, ölçek ekonomilerinin oluşturulmasında en önemli araçlar arasında görülüyor. Mevzuata uygun üretim yapmayan/ yapamayan hatta bu imkânı bile olmayan, sıklıkla da fikri mülkiyet haklarını ihlal eden, kayıt dışı istihdam ve satışla serbest rekabet ortamını zaafa uğratan küçük firmaların bu şekilde birleşmeye, büyümeye ya da piyasadan bir şekilde çekilmeye teşvik edilmesi mümkün olabilir. Şu bir gerçek ki Türkiye’de anayasası olmayan aile şirketlerini bir arada tutabilmek ciddi bir mesele haline gelmiş durumda. Kendi ülkesinde güçlü olmayan bir firmanın başka bir ülkede güçlü olmasını beklemek sadece zaman kaybına neden oluyor. Yurt içinde güçlü olabilmek için de ciddi bir yapılanmayı sağlamak ve ölçek ekonomisine geçmek gerekiyor. Dünyada yaklaşık bir değerle 120 milyar dolarlık pazar büyüklüğü olan tarım makineleri sektöründe, küresel 10 aktörün pazarın yüzde 75’ine hâkim olması, kalan yüzde 25 için ciddi bir eforun sarf edilmesi gerekliliğini ortaya koyuyor. Ama ülke içinde onlarca rakibin aynı alanda çarpıştığı bir yerde ölçek ekonomisine geçecek bir firma oluşturmak, fazla iyimserlik gibi duruyor.