DÜNYANIN BİRÇOK ÜLKESİNDE HALA COVID-19’A KARŞI YAŞAM MÜCADELESİ VERİLİRKEN, BİRKAÇ ÖNEMLİ ÜLKEDE “COVID SONRASI” TARTIŞILIYOR. BU BİRKAÇ ÜLKEDEN BİRİ DE ALMANYA: “AŞI BULUNDU, AŞILANMA İYİ GİDİYOR VE SORUN ÇÖZÜLMEK ÜZERE YA DA ÇÖZÜLDÜ” ŞEKLİNDE PRAGMATİK BİR YAKLAŞIM VAR. BU, BENCE, HATALI VE EKSİK BİR YAKLAŞIMDIR ÇÜNKÜ ADI ÜZERİNDE; SALGIN, KÜRESEL MÜCADELE GEREKTİREN BİR KONUDUR.

Herhangi bir ülkede yeni tespit edilen “değişime uğramış virüs” doğal olarak tüm ülkeleri etkileyebilir. Oysa bugünlerde, salgın sürecinin başında da belirtilen “Bundan böyle salgınla yaşamak zorundayız” tespiti unutulmuşa benziyor. Bunda, Çin’in hızlı bir şekilde salgını yendiğini ilan etmesinin ve ekonomik faaliyetlerine kaldığı yerden ve daha fazla hızla başlamasının önemi büyük. Diğer bazı ülkeler de bu yarışta geri düşmemek için, salgın tehdidinin savuşturulduğu fikrini yayıyor. Oysa salgının genel olarak çıkmasına neden olan çerçeve ve koşullar hâlâ mevcut. Covid-19 belki önümüzdeki yıl geniş Avrupa coğrafyasında gündemde olmayacak ama “21” ya da “22” kodlu yeni ve değişik salgınlarla karşılaşmayacağımızın bir garantisi var mı? Artan bir oranda doğa tahribatlarının, iklim değişikliğinin ve sanayileşme sürecinin önümüze getirdiği birçok sorun var ve bu sorunlar var olmaya devam edecek. Bunlara karşı nasıl bir stratejik, pratik önlem almak gerekiyor? Yeni bir salgın süreciyle karşı karşıya kalındığında süreç nasıl yönetilecek? Gördüğümüz, izlediğimiz kadarıyla, birçok ülkenin yeni bir sorunla karşı karşıya kaldığında bununla başa çıkacak “barutu” yok. Ülke yönetimlerini bir yana bırakacak olsak, işletmeler olarak son 14-15 ayda neler deneyimledik ve bunlardan ne tür sonuçlar çıkarttık? Gelecek için planımız nedir?

YEŞİL MUTABAKATI İYİ ANLAMALIYIZ

Yeni dönemde Avrupa Birliği’nin açıkladığı yeni bir sanayileşme modeli var; dijitalleşme ve Yeşil Mutabakat temalı bir model. Bu modelin oluşmasında salgın dönemi öncesi gelişmeler ve rekabet koşulları da önemli bir etkendi ama yine de bu modeli salgın döneminin etkilerini düşünerek okumak, anlamak faydalı olacaktır. Strateji dokümanını eleştirel bir gözle incelediğimizde, bunun, Avrupa’nın merkez ülkelerinin konumundan hareketle, küresel çatışmalar ve olası sonuçları üzerine kurulu bir strateji olduğunu görebiliyoruz. Bunda eleştirilecek bir durum yok, fakat Türkiye bu sanayileşme modelinin neresinde yer alıyor? Türkiye sanayisi, büyük oranda Batı ile entegrasyon süreciyle bugünkü konumuna ulaştı. Dolayısıyla bu model ya da modelleme, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Diğer taraftan, Türkiye sanayisinin sorunları, AB’nin strateji dokümanında belirtilen sorunlarla benzer özellikler içerse de aslında dinamizmi ve potansiyeli farklıdır. Bu farklılık, bir zenginlik içerir (zenginlik derken, tıpkı yer altı zenginliklerimiz gibi düşünün; zenginlik var ama bize bir faydası yok, yani bu zenginlik üretilmek zorunda). Yani Türkiye’de sadece bu tür dokümanları anlamak ve bundan mevzuat önerileri, tavsiyeleri çıkarmak bana pek doğru bir yöntem gibi gelmiyor. Daha fazlasını yapmak zorundayız. Salgın sürecinde küresel tedarik zincirlerinin kırılganlığından dolayı dünyanın birçok yöresine ihracatımız arttı. Peki, bu sürdürülebilir bir artış mı? Yarın ve ertesinde Avrupa Birliği Çin ile biraz daha fazla kapıştığında, Çin’den boşalacak alanlara Türkiye’nin artan ihracatı derdimize derman olacak mı (AB-Çin kapışmasının bu aşamaya gelmesi biraz zor olsa da bu alanda Türkiye için başta makine sektörü olmak üzere birçok sektörün AB’ye ihracatında yakın zamanda artış beklenebilir)?

HANGİ ALANLARDA, NE KADAR DİJİTALLEŞTİK?

Üretimde ve ihracatta dijitalleşme oranımız nedir? İhracatta dijitalleşme derken, ürünleri kastediyorum; blokzincir uygulamalarını ihracatta kullanmayı değil. Bu işin kolay yanıdır. Belki yanıltıcı bir gözlem yöntemi ama fikir vermesi açısından değişik ülkelerin TV ya da başka kanallar üzerinden yaptıkları, verdikleri reklamlara bir bakmanızı tavsiye ederim. Türkiye’de reklamlara baktığınızda gıda sektörünün güçlü olduğunu görüyorsunuz ve bu sektörde dijital platformlarla yeme-içme hangi hızla evinize, iş yerinize gelir onu izliyorsunuz. Bir de bankaya gitmeden tüketici kredisini hangi dijital platformları kullanarak elde edebilirsiniz onu görüyorsunuz. Genellikle vitrine çıkan reklam konuları bunlar. Hangi alanlarda nasıl dijitalleştiğimizi bu reklamlardan takip edebiliyoruz. Bir de Almanya, İtalya ve Fransa’daki reklamlara bakın! Oralarda, hangi alanlardan dijital platformların, teknik ürünlerin vitrine çıktığını göreceksiniz. Özetle, konjonktürel olarak ihracatta başarılar sürecektir ama bunu sürdürülebilir kılmak için daha fazla akıllı ürünler üretmek zorundayız. Fabrikalarımızın, işletmelerimizin derhal akıllı fabrikalara dönüşümü için ön pozisyon almalıyız. Makinelerimizin tıkır tıkır çalışması için acilen 5G teknolojisine ihtiyacımız var. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin yeni sanayi modelini kendi sanayi modelimize dönüştürecek bir çaba içerisine girmeliyiz. “Tüm bunlar ne ile, nasıl yapılır?" sorusuna acil yanıtlar ve çözümler üretmek zorundayız. “At-Üsküdar” ilişkili atasözünü tekrar etmek istemiyorsak, bunu yapmaya mecburuz.