GEÇTİĞİMİZ AY BAŞLAYAN VE SOSYAL MEDYADA SES GETİREN “BİRLİKTE BAKALIM” SERİSİ, ARA VERMEDEN DEVAM EDİYOR. SERİNİN DEVAM EDEN BÖLÜMLERİNDE YİNE BİRBİRİNDEN İLGİNÇ KONULARDA SOHBET EDEN SERDAR KUZULOĞLU VE AHMET YILMAZ, BU KEZ TEKNOLOJİNİN HAYATIMIZI NASIL KURGULADIĞINA VE ENDÜSTRİ 4.0’IN HAYATIMIZA NELER KATACAĞINA ODAKLANIYOR.

Her biri 20’şer dakika süren ve toplamda 6 bölüm olarak planlanan “Birlikte Bakalım” serisinin ikinci ve üçüncü bölümleri Eylül ayı içerisinde yayımlanırken, Türkiye’nin Makinecileri YouTube kanalında gerçekleşen yayınlarda, gazeteci Serdar Kuzuloğlu ile Türkiye’nin Makinecileri Almanya Temsilcisi Ahmet Yılmaz, bu kez “Teknoloji hayatımızı nasıl kurguluyor?” ve “Endüstri 4.0 ile yeni bir gelecek” başlıklarına odaklandılar.  Ahmet Yılmaz, “Birlikte Bakalım” serisinin ikinci bölümünde, teknolojinin bize anlattıkları ve bizim ondan ne anladığımızı sorgularken, öncelikle bu teknolojilerin hangi itki ile geliştirildiği ve geliştirilmelerini tetikleyen unsurların incelenmesi gerektiğinin altını çiziyor ve “Silikon Vadisi’nden emekli olmuş, yaşı 60-65 civarında olanların, geliştirdikleri teknolojilerin hayata etkilerini gördükten sonra söylediği genel bir söz vardır: Keşke bunları yapmasaydım! Bunu, bir pişmanlıktan çok geliştirdikleri teknolojilerin felsefi yönlerini yeterince tartışmadıkları, hedefledikleri sonuçlardan beklediklerinden daha fazla saptıkları için söylüyorlar. Bu pişmanlığı, teknolojinin felsefesini es geçtikleri için yaşıyorlar. Örneğin, uçak piste iniş yaptıktan sonra çoğumuz ilk önce ne yapıyoruz, hemen cep telefonlarımızı uçuş modundan çıkarıyoruz çünkü çevremiz ya da ilgimiz sadece cep telefonlarımızla sınırlanmış durumda. Özellikle 1940’tan sonra neredeyse bu felsefi tartışmalar hiç yapılmamış. Oysa 1940 öncesine baktığımızda, örneğin Almanya’da bu felsefi tartışmaların çok güçlü şekilde gerçekleştiğini de görüyoruz. Teknolojinin felsefesine baktığımızda da aslında temel düşüncenin ‘Doğadan mı öğreniyoruz’ ya da ‘Doğaya uyum sağladığımızda bu teknikler daha çabuk gelişebilir mi?’ olduğunu söylemek mümkün.” değerlendirmesini yapıyor. Serdar Kuzuloğlu ise bu yaklaşıma, 19’uncu yüzyılda yaşayan ABD’li yazar ve filozof Henry David Thoreau’nun “İnsanlar önce aletlerine şekil verir, sonrasında aletler insanları şekillendirir.” sözünü hatırlatarak katılırken, programın ikinci önemli sorusunu buradan yola çıkarak belirliyor: “Biz mi teknolojiye hükmediyoruz yoksa teknolojinin bize izin verdiği rol ve sınırlarda mı yaşıyoruz?” Ahmet Yılmaz bu soruyu, “Alışılan teknolojilerin dışına çıktığımızda bocalamaya başlarız.” sözleriyle yanıtlamaya başlarken, “Örneğin bir yazı yazma programını ele alalım. Halen tüm dünyadaki bilgisayar kullanıcılarının kullandığı bir, iki programı ortadan kaldırsak ve bir başka programı kullanmalarını istersek ne olur? Herkes yardıma ihtiyaç duyar, yeni programı yardımsız kullanamaz. Bunu cep telefonlarında da görüyoruz; hepimiz aslında markaların fanatik tüketicileri haline geliyoruz, bir başka markanın telefonunu elimize aldığımızda ‘sanki hiç akıllı telefon kullanmamış’ gibi bocalıyoruz. Oysa teknoloji aynı. Peki, bu teknolojiyi geliştirenler bunu bilinçli mi yapıyorlar? Bence değil ancak bu doğal bir süreç ve burada karşılıklı bir etkileşim olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan, örneğin ABD’nin teknolojik üstünlüğünü bireylerin tüketim alışkanlıklarında kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani oradaki 10 şirketin geliştirdiği teknolojilere uygun bir hayat formatı kurguladığımızı, onların egemen olduğu bir teknoloji dünyasında yaşadığımızı da söyleyebiliriz.” ifadelerini kullanıyor. “Birlikte Bakalım” serisinin ikinci bölümünün kapanışında ise, yapay zekâ konusuna odaklanılıyor ve yapay zekâya insanların gereğinden fazla “akıl” atfettiğinin altı çizilirken, yapay zekânın aslında insanların yazdığı algoritmalardan ibaret olduğu ve yapay zekânın “düşünme yetisine” sahip olmadığı vurgulanıyor. Ahmet Yılmaz bu konuda, “Günümüzde kullandığımız algoritmaları Binary sisteminde yani 1 ve 0 sisteminde yazıyoruz. Ancak kubit olarak anılmaya başlanan kuantum bilgisayarları şimdilerde 0 ve 1 arasında başka bir düzlem oluşturmak üzerinde çalışıyor. Yani bir kuantum bilgisayarı, mevcut Binary sistemiyle bilinen tüm fizik ve matematik denklemlerinin bilgilerine sahip olsa da Albert Einstein’ın Genel Görelilik Teorisi’ne ulaşamaz çünkü düşünemez ancak 0 ve 1 arasında bir başka düzlem yaratılırsa, o zaman tüm bildiklerimiz yıkılır ve bambaşka sonuçlara ulaşacağımız yeni bir dünyaya adım atabiliriz.” değerlendirmesinde bulunuyor.

ENDÜSTRİ 4.0 BAŞIMIZA NE İŞLER AÇACAK?

“Birlikte Bakalım” serisinin üçüncü bölümünde ise son yıllarda çokça konuşulan Endüstri 4.0’a odaklanan Serdar Kuzuloğlu ve Ahmet Yılmaz, yine keyifli ve bilgilendirici bir sohbete imza attı. Üçüncü bölümde Endüstri 4.0’ın öncesinden bahsederek söze başlayan Ahmet Yılmaz, ilk sanayi devriminden itibaren başlayan enerji arayışlarının, zamanla ABD’deki bir bataklığın etrafında kurulan fikir ve teknoloji üreten yapılara kaynak sağladığını söylerken, “Günümüz Silikon Vadisi ile aynı bölgedeki Standford Üniversitesi ve NASA araştırma tesislerinde, geleceğin teknolojilerine yön verilmeye başlandı. Dolayısıyla kömür ve petrol arayışları, ardından da elektrik üretme telaşı, günümüz dijital dünyasının kurulmasındaki anahtar kelimelerdir. Bunların nerelerde ve nasıl tekniklerle arandığı üzerinden de sanayiyi anlamamız mümkün.” değerlendirmesinde bulunuyor. Endüstri 4.0 kavramının Alman icadı olduğunun altını çizen Ahmet Yılmaz, kavramın ortaya çıkışını ise “O dönem Alman firmaları, ABD’deki Silikon Vadisi teknolojilerinden büyük baskı ve endişe duyuyorlardı. ‘ABD’nin bu egemenliğine karşı ne yapabiliriz?’ sorusuyla, biraz da aceleyle bugünkü Endüstri 4.0 kavramını ortaya çıkardılar. Ancak kavramın içinin doldurulması 10 yıl sürdü. İlk yıllarında Endüstri 4.0 otomasyon ve robot teknolojileri olarak anlatılırken, günümüzde makine haberleşmesini anlıyoruz.” sözleriyle anlatıyor. Serdar Kuzuloğlu ise Endüsrti 1.0’dan başlayarak ilk üç sanayi devriminde “büyük ham madde problemleri sonucunda verilen büyük insani mücadeleler” olduğunu hatırlatırken, Endüstri 4.0’da ise önceki sanayi devrimlerinin aksine ham madde ve insan gücünün önemsizleştiğini; mümkün olduğunca insan arındırılmış bir sanayi kurgulandığını ifade ediyor. Bu kapsamda da programın son sorusunu şöyle belirliyor: “Endüstri 4.0’ın tüm parıltısını geçici olarak bir kenara bırakırsak, Endüstri 4.0 ile karşımıza çıkacak problemler neler olabilir?” Ahmet Yılmaz’ın bu soruya yanıtı ise şu sözlerle oluyor: “İnsan gücünün, özellikle ağır işlerde azaltılması ve otomasyona devredilmesi bence faydalı bir gelişmedir. Diğer yandan gelecekte, genel zekâ gerektiren tüm işler de robotlar tarafından üstlenilebilir. Dijitalleşme çağında, geçmişte insan gücünün önemli olduğu dönemde etkin olan STK’lerin ise eski güçlerini koruyamadıklarını ya da koruyamayacaklarını görüyoruz. Örneğin sendikalar, dönüşen sektörlerde kendilerini güçlü tutacak politika yaratamadıkları için giderek zayıflayacaklar. Dolayısıyla, gelecek dijital dünyasında çalışan insanların haklarını nasıl koruyacakları konusu önem kazanmaya başlayacak. ‘Çalışma yeri’ kavramı bile şimdiden, evden çalışmayla birlikte gündeme gelmeye başladı. Evde bir kaza geçirdiğinizde sigorta nasıl tepki gösterecek? Evinizi “ev mi yoksa iş yeri mi” kabul edecek? Ya da iş yerlerinin veri güvenlikleri son yıllarda büyük önem kazanmaya başladı. Elbette bu ve benzeri sorunların hepsi birer tartışma konusu ama bizim hızlı bir şekilde Endüstri 4.0 öncesinde alışık olduğumuz yaşam ve örgütlenme şekillerini Endüstri 4.0 sonrasına uyumlaştırmamız ya da bu uyumlaştırmayı nasıl yapacağımızı düşünmeye başlamamız gerekiyor.”