Porof. Zihni Sinir, 35 yaşında ve birbirinden ilginç buluşlarına Beyoğlu’ndaki dünyanın

Porof. Zihni Sinir, 35 yaşında ve birbirinden ilginç buluşlarına Beyoğlu’ndaki dünyanın en ilginç dükkânında devam ediyor. 1977 yılında Gırgır dergisinde bir çizgi karakter olarak doğan Zihni Sinir’in kendi deyimiyle ‘proceleri’ 15 yıldır atölyede üretiliyor ve satılıyor. Mizahile makineyi birleştiren Zihni Sinir’in yaratıcısı İrfan Sayar ile özgün düşünceler ve mekaniğin önemini konuştuk.

Porof. Zihni Sinir nasıl doğdu?

Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekor ve Sahne Tasarımı bölümünde okuyordum. 1975 yılında ev arkadaşım,o zaman yeni çıkan Gırgır dergisine,Oğuz Aral’a çizimlerini götürdü. Kendisi de Güzel Sanatlar Fakültesi’ni yarıda bırakmış olan Oğuz Aral çizimleri beğendi ve Gırgır dergisinde çizmemi istedi. Oğuz abi, farklı çizimlerim nedeniyle bana bir sayfa ayırdı.Oradaki özgürlüğün içinde farklı karikatürler yaparken Zihni Sinir karakteri şekillendi.

Yaygın şekilde karikatürize edilmiş bir bilim adamı, profesör tipi vardır, esin kaynağı oydu. Sahne tasarımı eğitimi görmemin de karakterin oluşmasında etkisi oldu.

Zihni Sinir mizah ile icadın, makinenin birleştiği bir karakter. Sizin de mucit bir geçmişiniz var mı?

Çocukluğum ve gençliğim memleketim Manisa’da geçti. Liseden mezun olduktan sonra İstanbul’a üniversiteyi kazanarak geldim. Çocukluğumda kışın şehirde yaşıyorduk,yazın ise babamın çiftçilik yapması nedeniyle köye gidiyorduk.

Köye giderken oyuncaklarımı götürmeme izin yoktu, bende köyde kendi oyuncaklarımı yapıyordum.

Manisa merkezdeyken de farklı değildi.Bilime her zaman ilgim vardı. Macit isimli,benim gibi resme, sanata merakı olmasa bilim adamı olacak bir arkadaşım vardı.Dersleri çalışırken onu eğlenceli hale getiriyorduk.

Örneğin; sulu boyayla matematik çalışıyorduk. Ders ile oyun ve eğlenceyi birlikte yaşıyorduk.

Biraz Zihni Sinir’den bahseder misiniz?Size göre o nasıl biri?

Zihni Sinir hep masasında oturan bir tip.Başka böyle bir mizah karakteri yoktur. Arkadaşı yok, kalkıp gezdiğini görmüyoruz.Kertenkele hayvanı, kaktüsü var.

Yaptığı projelerden ki biz onlara ‘proce’ diyoruz onu yaşadıklarını, düşündüklerini aklımızda canlandırıyoruz. O insan ile eşya ve insanile teknoloji arasındaki ilişkiyi sorgulayan bir bilim insanı. Buluşları fonksiyonellik, estetik ve mizahı bir arada barındırıyor.

Ama aynı zamanda insanın eşya ile ilişkisini sorguluyor. Bazen çok basitçe yapabileceğiniz birişi, çok daha zor kotarabileceğiniz aletler geliştiriyor.

Yani onun bir mizah kahramanı olduğunu unutmamak gerekiyor. Ama verdiği önemli bir mesaj var; ‘Eşyalarla eğlenebilirsiniz.’ Örneğin; bir kişi Ayvalık’a tatile gidecek, pansiyonunu ayarladı. İşten çıkıyor ve gaza basıp bir an önce Ayvalık’ta olmak için uğraşıyor.

Ayvalık’a gittiğinde pansiyona oturuyor, boş zamanı bol… Tavla oynuyor, hatta sıkılıyor. Oysa o yolculuğu eğlenceli bir hale getirebilse arabaya bindiği andan itibaren tatil başlayacak.

Ben de eşyalarda eğlenceyi ve işe yaramasını bir araya getiriyorum. Böyle bir üretim benim için devam ediyor.

Zihni Sinir’in ilk icadını hatırlıyor musunuz?

İlk çizdiklerim içinde kabak dolması ‘procesi’ vardı. Kabak çekirdeğini, içinde pirinç ile ekiyorsun.Zeytinyağlı kabak dolması olarak dünyaya gelmesi bekleniyor.

Bu ilk icatta olduğu gibi Zihni Sinir’in bazen hiç uygulanamayacak bazen ise uygulanabilir‘proceleri’ oluyor. Siz hangilerini daha çok seviyorsunuz?

Zihni Sinir’in ‘proceleri’ndeki fonksiyonellik tuzak. Aslında insanın ihtiyaçlarını sorguluyor ve onlarla eğleniyor. Çünkü bir şeyin fonksiyonel olması için insanın ihtiyacına cevap veriyor olması gerekiyor.

Ama insan ihtiyaçları da sabit şeyler değil. Örneğin; birkaç yıl öncesine kadar cep telefonu mesajı gibi bir ihtiyaç yoktu insanlarda. Ama artık var. Zihni Sinir, bu insan ihtiyaçlarının değişimiyle de biraz alay ediyor.

Anlaşılmadığınızı hissettiğiniz oluyor mu?

Biz de bir heykel anlayışı olmadığı için insanlarnesne haline geldiğinde “Mutlaka bir işe yaraması lazım, yoksa niye var” diye düşünüyor. Buluşlarda buna da bir eleştiri var. Mesela buluşlardan birtanesi ‘Poşet çay sıkma makinesi.’ Bu gerçekten bir çay sıkma makinesi değil, öyle olması için daha ergonomik, steril, kolay kullanılabilir olması gerekli.

Ama çay poşeti sıkmak isterseniz bunu da yapabilecek mekanik sisteme sahip. Ben ona bir heykel objesi olarak baktığım için evet bu işe yarıyor mu,yarıyor. Bu bize bir fikir verebilir, bize yeni ufuklar açabilir.

Buluşlardan daha sonra uygulandığını gördükleriniz oldu mu?

Çok var... Onlardan bir tanesi; körüklü belediye otobüsü. İstanbul’da belediye otobüslerinin çok kalabalık olduğu, insanların balık istifi gittiği zamanlardı.Ben de körüklü, uzayabilen bir belediye otobüsü çizimi yaptım. Aslında belediye otobüslerinin haline bir eleştiriydi. Daha sonra İstanbul’a körüklü otobüsler geldi.

Bir arada metro inşaatları yeni başlamıştı. Kazılan yerler vardı, otobüslerin tekerlekleri ortada bir dealt katı olan otobüsler çizdim.

O metro için kazılan yerlerde bu alt katlar bulunuyordu. Bu iki katlı otobüslere metrobüs demiştim. Biçim olarak tabiki aynı değil; ama ismi aynı olan metrobüsler şimdi var.

Başka bir örnek namlusu anahtarla kilitlenen,ekstra güvenlikli silah çizimi yapmıştım. Bu yapıldı,gazetelerde ilanlarını gördüm.

Hiç seri üretim düşündünüz mü?

25-30 tane seri üretim objesi var. Örneğin; son icatlar arasında pasta kesme bıçağı var. Pastayı direkt dilim olarak kesen ve kaç kişilik olacaksa ona göre ayarlayabileceğiniz bir bıçak. Zihni Sinir’in dükkânında satıyoruz.

Tabi biz seri üretim olarak atölyede yapıyoruz. Yoksa fabrikasyon üretim için satış, pazarlama gibi pek çok şey gerekiyor ve hem benim öyle bir olanağım olmadı, hem öyle bir rota izlemedim.

Çizgi buluşların gerçeğe dönüşmesi yani mizahın elle tutulur bir hale gelmesi sürecini nasıl yaşadınız?

15 yıl önce mizah dergisinde çizmeyi bıraktıktan sonra küçük atölyede buluşların üç boyutlularını yapmaya karar verdim. Poğaçacı gibi pişiriyorsunuz ve vitrine koyuyorsunuz. Tabi böyle bir üretimi satmak, fiyatlandırmak çok zor. Ayrıca internet sitemizden online satış da yapıyoruz.

Daha sonra Taksim’de üç katlı bir bina kiraladım ve burada en alt katında buluşlar sergileniyor, üst kattaki atölyede üretiliyordu. Aynı zamanda kafe bölümü vardı. O dönem, İngiliz, Fransız ve Ruslarla bazı ortak projeler geliştirdik; ancak gerçekleşmedi.

Cihangir’de atölyeyle vitrinin iç içe olduğu mekanımızda faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Tabi ki buranın, bu işin en temel farkı mizahın bir eşya ile elle tutulur hale gelmesi. Fonksiyonel bir cihaz ve espri iç içe geçiyor.

Zihni Sinir atölyesi ve dükkânına ilgi nasıl?

Bir yanda Zihni Sinir’i tanıyarak gelenler oluyor. Onlar için ilginç bir deneyim oluyor, buluşları üç boyutlu ve bir arada görmek.

Bilmeyenler ise gelip ‘Ne işe yarıyor’ diye sorabiliyor. Ne işe yaradığından çok, bunun sanatsal bir çalışma olduğunu anlatmak gerekiyor. Ancak yabancıların ilgisi daha büyük. Dünyanın pek çok yerinden insanlar geliyor ve burayı bloglarında yazıyor,çok etkileniyorlar. Amerika’dan, Peru’dan gelip röportaj yapanlar oldu.

Zihni Sinir procelerine TÜBİTAK da ilgi göstermişti değil mi?

TÜBİTAK’ın çıkarttığı popüler bilim kitaplarından birisi Zihni Sinir Proceler kitabıydı ve büyük ilgi gördü. O serinin en çok satan kitabı oldu. Ayrıca TÜBİTAK’ın Bilim Teknik Dergisi’nde arka sayfa Zihni Sinir’e ayrıldı. Beş yıl oraya çizdim.

Bunların dışında buluş şenlikleri yapıyoruz. Yenilikçilik,yaratıcılık sunumlarımızı pek çok üniversite, meslek kuruluşlarında yapıyoruz. Büyük şirketlerin work shop etkinliklerini düzenliyoruz.

Bir sinema deneyiminiz de oldu…Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele filminde ana karakter mucitti. Senaryoyu vererek projeler geliştirmem ve gerçekleştirmem istendi.

Platoda onları kurduk ve uygulamasını yaptık. Bisikleti, atölyesi, radyo sistemi, kuyudan su çekerek yıkanma sistemlerini kurduk. Filmde yer almayan güvercin yemleme makinesi gibi buluşlarda yapmıştık.

Zihni Sinir’in yaygın bir deyime dönüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sözcük olarak ‘Zihni Sinir’ çok yerleşti. Kendiliğinden o hale geldi. Çok ayağa basan bir projede uçuk aykırı fikri gelince aşağılamak için kullanılıyor. Ya da özgün,yenilikçi bir fikir olduğunda pozitif olarak kullanılıyor.

Toplumda da Zihni Sinirler var değil mi?

Evet, toplumda bütün olanaksızlığa karşın böyle bir potansiyel var. Kendi kendine buluş yapan insanlar olabiliyor. Ancak hayatın içerisinde de pek çok Zihni Sinir procesi zaten var. Onların buluş olduğunun da farkına varılması gerekiyor. Örneğin; kibrit çöpüyle ocağı yakıyor ev hanımları, bunu biriktiriyor.

Yandaki ocağı yakması gerektiğinde ocaktaki ateşten yanmış kibrit çöpünü tekrar tutuşturup yakıyor. Bu bir buluştur. Yün ören kadınların,pet şişe içine yünü koyması, ipi bir delikten çıkarması da bir buluş. Böyle o kadar çok buluş var ki. Zihni Sinir’in yaygınlaşmasının nedenlerinden biri de çok sayıda insanın aklında buluşlar olması.

Sizin için makine ne anlam ifade ediyor?

Makine çok temel bir unsur hayatımızda. Ama insanımız buna maalesef hak ettiği önemle henüz bakamıyor. Çevredeki herşey, bilgisayar da bir makine; ama bilgisayarın bir makine olduğu fikri bile birçok insanda yok. Sadece sanal ortam yaratan bir şey olarak görülüyor. Makine hayatı kolaylaştırmanın,ekonominin gelişmesinin,istihdamın ve bir ülkenin kalkınmasının kaynağıdır.

Yaratıcı ve yenilikçi bir yaklaşımla Türkiye’nin bu konuda çok ileri noktalara gidebileceğini düşünüyorum. Özellikle araştırma ve geliştirme konusunda bir atılım yaparak özgün ürünlerimizi ortaya çıkarabiliriz. Ancak bir tarafta da eğitim meselesi var. Eğitimin sadece okullarda kalmaması gerekiyor.

Meslek okullarında yatırımlarla uygulama sahalarının geliştirilmesi gerekiyor. Çocukların nesneyle ilişki kurmaları için çok fazla olanak yok. Örneğin;kentlerimizde organize sanayi bölgeleri var. Bu konulara kafa yoran insanların yararlanabileceği atölyeler kurulabilir.

Bilime meraklı gençler bir şeyler yapmak istedikleri zaman çeşitli işletmelere gidip rica minnet ‘Şu parçayı kesebilir miyiz’ demek zorunda kalıyor. Böyle yerler olursa bilime, yeniliklere ve buluşlara önemli bir destek sağlanmış olur.