Dünyada küresel ticaret TTIP ve benzeri bölgesel anlaşmalarla yeniden şekillenirken, aynı zamanda marka, kalite, inovatif üretim, Endüstri 4.0 kavramları da küresel ticaretin kodlarını oluşturuyor.

Dünyada küresel ticaret TTIP ve benzeri bölgesel anlaşmalarla yeniden şekillenirken, aynı zamanda marka, kalite, inovatif üretim, Endüstri 4.0 kavramları da küresel ticaretin kodlarını oluşturuyor. Markanın, küresel ticarette istenen pazar payına ulaşmasında ise o ürünün ya da üretim sürecinin hangi kalite standartlarına sahip olduğu, nihayetinde kalite sertifikasyonunun gücüne bakılıyor. Haksız rekabetin önlenmesi, sektörde ulusal ve uluslararası tanınırlığın ve kabul edilebilirliğin arttırılması için kalite sertifikasyonu günümüz dünyasında ticarette rakiplerden birkaç adım önde olmanın anahtarını elinde tutuyor. Uluslararası, tanınmış kalite belgelendirme sistemi, küresel pazarda her zaman ülkelerin dış ticaretine önemli bir katkı sağlıyor.

KALİTE SERTİFİKASYONUNA GİDEN YOL

Kalite sertifikasyonuna giden yol, kalite kavramının dünyada ve ülkemizde nasıl algılandığı ve hangi süreçleri geçirdiği ile de yakından ilgili. Dünyanın 2. Dünya Savaşı ile tanıştığı kalite standartları askeri ürünlerin üretiminde belirli bir kalite düzeyini tutturmayı zorunlu kılmasıyla başlıyor. Yani askeri sanayi, kalite standartlarının çıkışına öncülük ediyor. Amerikan ordusunun, satın alımlarında belirli bir kalite düzeyinin yakalanmasını istemesi üzerine getirdiği kurallar, bugüne uzanan ve küresel ticarette ülkelerin uluslararası kalite sertifikasyonu veren ve adeta ticareti kontrol eden mekanizmalar geliştirmesinin de yolunu açıyor.

Amerikan ordusunun 2. Dünya Savaşı’nda benimsediği ve getirdiği kurallar sonunda Amerikan Askeri Standartları (US Military Standarts) denilen bir marka yaratıyor. Bu standartlarla birlikte istatistiksel kalite kontrol sistemi de geliştiriliyor. 1970’li yıllarda, kalitesi yüksek Japon ürünlerinin Amerikan pazarına girmesi ve tüketicilerin, daha kaliteli olduğuna karar verdikleri bu ürünlere yönelmesi, ABD endüstri devleri arasında ve devlette büyük bir telaşa neden oluyor. Hatta Japonların “Daha Kaliteliyi, Daha Ucuza Alın” yaklaşımı, Amerikan Askeri Standartları’nı ortaya çıkartan ABD’li şirketleri de zor durumda bırakıyor.

Bu noktada Deming, Juran ve Feigenbaum isimleri öne çıkıyor. Bu insanlar zamanında kalite kavramının, araştırma-geliştirme çalışmalarıyla farklılık yaratacağını savunan, o dönemin ekonomisine yön veren ABD şirketlerinin pek de itibar etmediği standartların önemini vurgulayan isimler. Japonların kaliteli ürünü daha ucuza alın yaklaşımı üzerine başvurulan kalite liderleri Deming, Juran ve Feigenbaum, 1950’li yıllardan sonra Amerikan Askeri Standartları’nı oluşturan ve uygulatan Walter Shewhart’ın öncüsü olduğu, İstatistiksel Kalite Kontrol tekniklerinin uygulanmasını sağlıyor.

Japonya’da geniş uygulama alanı bulan bu teknikler, Deming ve Juran tarafından daha da geliştirilirken, kapsamları da genişletiliyor. İşte Japonların kalite devrimi böyle bir süreç sonunda yaratılıyor. Özellikle bu yıllarda ABD otomotiv sektöründe yaşanan sıkıntı, şirketleri toplam kalite yönetimi felsefesini uygulamaya zorlasa da esas sıçrama, Deming ve Juran’ın diğer kalite liderlerinin prensipleri üzerine kurulan Sürekli Kalite İyileştirme (Continuous Quality Improvement) yöntemini benimsemesiyle yaşanıyor. Ve ABD sanayisinde değişim rüzgârlarının estiği hissediliyor. Değişimi oluşturan asıl güç ise tek başına standartlardan değil, aynı zamanda o standartların bir kaliteli yaşam kültürü oluşturmasından kaynaklandığı, toplumun tüketim alışkanlıklarının şekillenmesiyle de anlaşılıyor.

AVRUPA’NIN KALİTE YOLCULUĞU

ABD ve Japonya, kalite kavramına ve kalite standartlarına farklı yaklaşımlarla yeni modeller getirirken, Avrupa Topluluğu’nun temelini atan 12 Avrupa ülkesi de, aralarındaki mal alışverişini arttırabilmek için topluluğun ortak standartlarını oluşturma çalışmalarına başlıyor. Temelde prensipleri aynı olan, ancak farklı biçimlerde uygulanan kalite ve denetim standartları böylece ortaya çıkıyor. Amerika, Avrupa ve Uzak Doğu ülkeleri arasındaki standart farklılıkları, Uluslararası Standartlar Organizasyonu (International Standards Organization - ISO) içinde bir grup kurularak, ortak standartlar oluşturma çalışmalarına yol açıyor. TC 176 (Technical Committee 176) adlı bu komite, bütün firmalar için, geniş çaplı kalite standartlarını belirleyerek, ne sadece üstün teknoloji sahibi dev şirketlerin elde edebileceği kadar katı ve pahalı, ne de herhangi bir firmanın çaba göstermeksizin elde edeceği kadar kolay olan ve dünya çapında geçerli olan ISO 9000 serisi standartlarını meydana getiriyor. Standart ilk olarak 1987 yılında Kalite Güvence Sistem Standardı olarak yayınlanıyor. Bu aşamada standart üç alt standarttan oluşuyor: ISO 9001, ISO 9002, ISO 9003. Kurumlar faaliyet kapsamları doğrultusunda bu üç standarttan birisini uygulayarak, denetime giriyor. Kalite kavramı standartları, standartlar uygulamayı, uygulama ise denetim ve kontrol mekanizmalarıyla kendi içinde bir sistem oluşturuyor.

KALİTELİ YAŞAM VE KALİTELİ ÜRETİM

Kalite kavramı farklı toplumlarda çeşitli şekillerde tanımlansa da özünde kaliteli yaşamın bir kültür biçimi olduğunu söylüyor Türkiye Kalite Derneği (KalDer) Başkanı Yılmaz Bayraktar. “Kalite sertifikasyonu günümüz koşullarında, her kurumun uymak zorunda olduğu önemli bir kıstastır” diyen Bayraktar, “Sübjektif bir değer olan toplumlara, ülkelere, kültürlere, geleneklere ve zevke göre değişim gösterebilen bu kavramın ölçülebilen değeri ise objektif değeridir. Yani ürünün ölçülebilen, belirlenebilen ve çoğu kez kalite standartları veya mevzuatlarla belirlenen kalitesidir” diyor. Kalitenin geliştirilebilecek her şey demek olduğunu hatırlatan Bayraktar, Kaizen kavramını ortaya koyan Masaaki lMAI’nin kalite kavramına yaklaşımını şöyle açıklıyor: “En genel anlamda kalite, geliştirilebilecek her şey demektir. Kaliteden söz ederken ilk akla gelen, ürünün ya da hizmetin kalitesi olmaktadır. Kaizen Stratejisi kapsamında incelenirse hiçbir ürün veya hizmet, tasarlanmış olduğu seviyenin ilerisine geçemez. Burada tasarımı yapan insan olduğuna göre insanın kalitesi ile ilgilenilmelidir.”

Türkiye’nin bilim ve teknoloji üretme yarışından kopmamak, orta gelir tuzağına takılıp kalmamak için mutlaka katma değeri yüksek ürünler üretmek, üretim yapısını nitelikli ve yenilikçi hale getirmek zorunda olduğu tüm kurumlarca kabul edilen bir tespit. Bu açıdan da üretim sektörünün vazgeçilmezi Ar-Ge ve inovasyon olarak gösteriliyor. Sanayisi yüksek teknolojili, katma değerli ve kaliteli ürün hedefinde anahtar rol oynayan “marka değeri” oluşturmak öncelikle standardı olan bir üretimden geçiyor.

TÜKETİCİ BEKLENTİLERİ YÜKSELİYOR

Kaliteli yaşam, kaliteli ürün ve hizmet anlayışı özellikle 2000’li yıllarda tüketicilerin davranışlarını da değiştiriyor. Bir ürünün tercih edilmesi, o ürünün pazar payını artırırken, kalite standartlarını fazlasıyla karşılayan ürünlerin de marka değerini ve tüketici algısını şekillendiriyor. Bu yönüyle, günümüzde kalitenin işletmelerin olmazsa olmazlarından biri olduğunu söylemek mümkün. 1980’li yıllarda kalite, işletmelere rekabet üstünlüğü sağlayan bir unsur iken, günümüzde her işletme için ayakta kalmanın temel şartı haline geldi. Kalitenin bu denli önem kazanması, kuruluşları kalite yönetim sistemlerini ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi belgesiyle belgelendirme arayışı içerisine sokuyor. Uluslararası Standartlar Örgütü, ISO 9000 serisi standartlarını ilk kez 1987 yılında yayınlıyor. ISO 9000, bir kalite yönetim sistemi oluşturulması için izlenmesi gereken yolu gösteren ve oluşturulmuş kalite sistemlerini de değerlendirmekte kullanılan, kalite yönetimi ve kalite güvencesi sistemi ile ilgili standartları anlatıyor. ISO 9000 kalite standartları, ürün/hizmet kalitesinden ziyade sistem üzerine odaklanan bir kalite yönetim sistemini belirliyor.

ISO 9000 Standartları 1987 yılında yayınlandığı zaman çok geneldi. ISO protokolüne göre, gelişmelere ve değişen ihtiyaçlara cevap verebilmesi için standartların beş yılda bir revizyona tabi tutulması öngörülüyor. 1994 yılında uygulamada yaşanan problemlerin çözümü için ISO 9000 standardında küçük çaplı bir güncelleştirme revizyona gidiliyor. Statik ve esnek olmadığı gibi tüketici ve pazar odaklı da olmadığı eleştirilerinin dikkate alınmasıyla ISO 9000:2000 standartları geliştiriliyor. Bu standart ise 15 Aralık 2000’de yayınlanarak yürürlüğe giriyor.

TUTARLI BİR ÜRETİM MODELİ

Bu standartlar Türk Standartları Enstitüsü (TSE) Akreditasyon ve Belgelendirme Daimi Komitesince Türkçe’ye çevrilerek, TS EN ISO 9000 standardı 29 Mart 2001’de, TS EN ISO 9001:2000 standardı 19 Nisan 2001’de TSE Teknik Kurulunca kabul edilerek yayınlanıyor. Yeni standartların kabulü ile TS EN 9001:1994, TS EN ISO 9002 ve TS EN ISO 9003 standartlarının üç yıllık bir geçiş süresi sonunda iptal edilmesi ve bu standartlara göre belgelendirilmiş kuruluşların belge kullanma sürelerinin de sona ermesi öngörülüyor. Öngörülen bu geçiş süresi 15 Aralık 2003 tarihinde sona erdi.

1994 yılından itibaren AB ülkelerinde, 2002 yılında kısmi olarak, 2004’te de Türkiye’de uygulanmaya başlanan CE işaretlemesinde mevzuatın AB mevzuatı ile uyumluluğunun yüzde 95 seviyesinin üzerinde olduğunu söyleyen Makine İmalatçıları Birliği (MİB) Genel Sekreteri M. Nail Türker, “Belgelendirmenin amacı, ortak tanınan bir sistem ile ticaretin kolaylaştırılmasıdır. Gelişmiş ülkelerde yaygın olarak kullanılmaktadır. İmal edilen mamulün kullanımında asgari güvenlik ve emniyet gereksinimlerinin belirlenerek uygulanması içindir. Bu uygulamaların, bir belge ve işaretleme ile kolayca beyan edilebilir ve anlaşılabilir olmasını sağlamak amacını taşımaktadır” diyor.

ISO 9001:2000 bir kuruluşun müşteri ve yasal şartları karşılayarak, müşteri tatminini arttırmak için kullanabileceği bir kalite yönetim sistemi için şartları belirliyor. Böylece bu standart, aynı zamanda, bir kuruluşun müşteri ihtiyaçlarını, yasal şartları ve kendi ihtiyaçlarını karşılamadaki yeteneğini değerlendirmede, kuruluşun kendisi, belgelendirme kuruluşları ve diğer kuruluşlar tarafından kullanılabiliyor. ISO 9001:2000’in önemi serideki tek belgelendirme standardı olmasından kaynaklanıyor. ISO 9000:2000 ile ISO 9000:1994 karşılaştırıldığında, iki standardın kalite yönünden farklı modeller sunduğu görülüyor. ISO 9000:1994 etkin ve tutarlı mal ve hizmet üretmek için kullandığı 20 önemli eleman çerçevesinde kaliteyi tanımlıyor. Temelde imalat işletmeleri için hazırlanan bu standardın amacı, belgeli kuruluşların tutarlı bir kalite düzeyinde ürün üretmelerini sağlamak olarak belirleniyor.

Türkiye’de kalite sertifikasyon çalışmalarının, imalatçılar tarafından uygulandığını belirten MİB Genel Sekreteri Türker, kayıt dışı çalışan imalatçıların olduğunu da söylüyor. Cezai uygulamaların Türkiye’de yetersiz olmasının sektörde ciddi bir sorun oluşturduğunu söyleyen Türker’e göre, gelişmiş ülkelerde şikâyet mekanizması oldukça verimli çalıştırılıyor ancak Türkiye’de bunun yapılamadığı görülüyor.

“SİSTEMLER VERİMLİ VE ETKİN KULLANILMALI”

Son 60 yıla damgasını vuran kalite standartları, sadece kuralların ve uygulamaların belirlendiği teknik düzeyde belgelendirme çalışmalarından çok daha fazlasını ifade ediyor. Ülkeler belirledikleri standartları ile küresel ticarette etkinliklerini daha fazla artırırken, sistemlerin verimliliği, yarattığı etki ve haksız rekabet yaratmaması için alınacak denetim mekanizmaları önem kazanıyor. Bu noktada MİB Genel Sekreteri M. Nail Türker, uygulamada olan sistemlerin verimli ve etkin kullanılması gerektiğini hatırlatıyor ve “Ancak belgelendirme hizmetlerinde de kayıt dışı asılsız belgelendirme çalışmaları, hem rakip imalatçılarda hem de ithalat da, imalatçılarımızın karşısına haksız rekabet olarak çıkmaktadır” diyor. İmalatçı veya ithalatçı firma kurulması/işletilmesi için asgari firma şartlarının belirlenmesinin, istisnasız uygulanmasının önemine değinen Türker, sektör yapısının gelişmiş ve nitelikli bir kalite altyapısına ulaşmasının yollarını da şöyle açıklıyor: “Mevcut belgelendirme sistemleri mevzuatı tam ve amacına paralel olarak uygulanmalı. Uyumsuzluk durumlarında cezalar caydırıcı olmalı. Mevcuttaki ilgili mevzuat istisnasız uygulanabildikten sonra gelişmeler izlenerek sürdürülebilirlik için kamu, dernekler ve firmaların katkılarıyla sistem sürekli geliştirilmelidir. İmalatımızın teknoloji seviyesinde hedefini yüksek belirlemek ve firmalara mühendis istihdamını zorunlu hale getirmemek birbiriyle tezat içinde olan yaklaşımlardır. Benzer yaklaşımlardan itinayla sakınılması gereklidir. Her isteyen makina imalatçısı olarak, asgari gerek şartları sağlamadan firma kuramamalı/işletememeli ve her konuda haksız rekabet yaratamamalıdır. İmalatçı ve ithalatçı firmaların sektöre girişi için ilgili asgari şartların belirlenerek uygulanması ve bu yolla sektör yapısının disiplin altına alınması belgelendirme çalışmalarına gerekli olan gelişmiş ve nitelikli altyapının oluşmasına ve sonrasında gelişmesine uygun ortamı oluşturmaya sadece hükümet ve dernekler değil ilgili bütün tarafların katılması gerekmektedir.”

ISO 9001 GÜNCELLENDİ

Her beş yılda bir standartları gözden geçiren ISO, ihtiyaçlar doğrultusunda standartları revize ederek ilgili taraflar için kullanışlı hale getiriyor. Bu çerçevede ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi standardı, ISO tarafından Eylül 2015’te güncellenirken, ; Türk Standartları Enstitüsü tarafından ise Ocak 2016’da Türk Standardı (TS EN 9001:2015) olarak yayımlandı. Üst düzey liderlik, taahhüt, uyum, amaç, karşılaşılan risk ve fırsatlar üzerine yoğunlaşan yeni versiyonun en farklı yanı yeni yüksek seviyeli yapısı. Bu yapı, çoklu yönetim sistemi kullanan kuruluşların yönetim sistemlerinin entegrasyonunu kolaylaştırmasını sağlıyor. Diğer bir değişiklik ise standardın risk tabanlı yaklaşım üzerine odaklanması. Bu yaklaşım her zaman standardın bir parçası olmasına rağmen, yeni versiyonda daha belirgin hale geliyor.

“TÜRKİYE MERKEZLİ ONAY KURULUŞU YOK”

Kalite sertifikasyonu ya da kalite standartları artık günümüzde küresel ticarette ekonomilerin gidişatını, sektörlerin gelecek stratejilerini ve yarattığı katma değeri artıran önemli unsurlardan biri olarak kabul ediliyor. Bu durumda kalite sertifikasyonlarını veren kuruluşların niteliği önem kazanıyor. Türk sanayisi, özellikle Avrupa’ya sattığı ürünlere yine Avrupa merkezli sertifikasyon kuruluşlarınca verilen belgeleri alarak ihracat yapabiliyor. Haliyle bu belgelerin verilmesi, bazı sektörlerde ulusal çıkarlar açısından stratejik bir öneme sahip olduğunda, bir takım sorunlar ve tıkanmalar da yaşanıyor. Bu durumun Türk sanayisinin küresel rekabet gücünde olumsuz bir etki yarattığına dikkat çeken MİB Genel Sekreteri Nail Türker, uluslararası, istisnasız kabul edilmiş bir belgelendirme/ sertifika sisteminin olmamasını genel bir sorun olarak tespit ediyor.

“Sektörümüzü ilgilendiren en temel ve uluslararası güvenlik sertifikası olan CE işaretlemesi ve ilgili ‘Makina Emniyet Yönetmeliği’ konusunda Türkiye merkezli onaylı kuruluş bulunmamaktadır” diyen Türker, şunları aktarıyor: “Diğer ülkelerde, mamulün kalite seviyesini veya kaliteli/kalitesiz ayrımını gösteren bir belgelendirme/sertifika sistemi ve işaret sistemi bulunmamaktadır. Fiş-priz, duy-lamba, vb. ürünlerin karşılıklı uyumluluğunu sağlamak ve kullanımlarında asgari güvenliğin sağlanabilmesi için test/mukavemet şartları da belirlenerek, standartlara bağlanıp, bu mamuller için bir işaretleme sistemi ile kalite olarak kabul edilebilecek anlamda işaretleme ve belgelendirmeler yapılmaktadır. Ancak makine imalat sektöründe bu kapsamda, en yaygın uygulama CE işaretlemesidir. Mamullerin, imalat amacına yönelik olarak kullanıldıklarında emniyetli ve güvenli çalışmalarını sağlamak için Avrupa Birliği içinde genel kullanıma yönelik ortak bir standart sistemi oluşturulamadığından 1994 yılında uygulamaya alınmıştır. Bu işaretlemenin bir amacı da, Ar-Ge çalışması sonucunda ortaya çıkmış ve standar

tları henüz belirlenmemiş mamullerin emniyetli ve güvenli kullanımını sağlamaktır. Bir mamul veya uygulama standardının oluşturulması ortalama üçbeş yıl sürebilmektedir.”

KALİTESİZ ÜRÜNLER HAKSIZ REKABET YARATIYOR

Makine sektöründe yaygın olarak kullanılan CE işaretlemesi kapsamında belirlenen uyumsuzluklarda cezai işlemlerin çok yetersiz seviyelerde kaldığını söyleyen Türker, şu örneği veriyor: “Bir makinede CE işaretlemesi uyumsuzluğu belirlendiğinde, aynı makineden 100 tane satılmış olsa bile, ilgili ceza mevzuatımız gereğince sadece bir makine için cezai işlem uygulandığı, bu cezai işlemin bedeli 100 makineye bölündüğünde ceza, uygunsuzluğun önlenmesi için kesinlikle caydırıcı olmamaktadır.”

Bir makinenin kalitesinden de önce gelen özelliğinin, emniyetli ve güvenli olarak çalıştırılabilmesi olduğunu vurgulayan Türker, “Makinenin operatörüne, çevresinde bulunan diğer insanlara ve diğer makineler ile cihazlara olumsuz etkisi olmadan çalışabilmesi çok daha önemli bir konudur. Bu konuda da mevzuatımızda bulunan en önemli belgelendirme CE işaretlemesidir. AB mevzuatından alınmış ve olabildiğince aynı kapsam ile etkide kullanılmaya çalışılan bir sistemdir. İmalatçıya makinanın emniyetli ve güvenli çalıştırılması konusunda ne yapması gerektiğini belirtmeden neleri sağlaması gerektiğini, imalatçının kendisinin belirleyerek uygulamasını isteyen bir mevzuattır bu” diyor.

Teknik mevzuata uyumlu ürünler karşısında, özellikle ithal olarak, uyumsuz ürünlerin piyasa da haksız fiyat rekabeti oluşturduğuna dikkat çeken Türker, teknik mevzuata uyumlu imalat yapan imalatçıların, bu haksız rekabet nedeniyle Ar-Ge çalışmaları için gerekli kar oranlarını sağlayamadıklarını söylüyor. Benzer biçimde, fikri mülkiyet hakları konusunda da sorunlar yaşandığına işaret eden Türker, şöyle devam ediyor: “Ar-Ge çalışması sonucunda ortaya çıkan katma değeri yüksek bir ürünün fikri mülkiyet hakları kapsamında korunması da sorunludur. Katma değerli mamulleri dahi gelmeden, kalitesi ile tanınmış firmanın makinelerini rengi ve desenine kadar kopyalayarak imal eden firmaların yarattığı haksız rekabet, kısa süren yargılama süreçleri ile gerekli etkin yaptırımlar uygulanarak engellenebilmelidir. Ar-Ge çalışması yapan firmanın elde ettiği sonuçları kullanan bu firmaların hiçbir Ar-Ge çalışması harcaması olmadığından fiyat avantajı ile yarattıkları haksız rekabet diğer firmaların Ar-Ge çalışmalarını da kısıtlamaktadır. Uzun yargılama süreçleri nedeniyle haksız rekabet ortamı şikâyet sonrasında da sürdürülebilmektedir.”

“ELEKTROMANYETİK UYUMLULUK YÖNETMELİĞİ” BULUNMUYOR

Önceki yıllarda makine imalat sektörüne belgelendirme konularında danışmanlık hizmeti veren firmaların, onaylı kuruluş olma yolunda mesafe kat ettiklerini dile getiren Türker, bu kuruluşların bazılarının, yabancı ortaklıklar kurarak kapsam alanlarını genişlettiğini belirtiyor.

“Bu kuruluşların ulusal olup olmadığı ortaklık yapısına bağlıdır. Türkiye’de yerleşik dokuz adet onaylı kuruluş ‘Makina Emniyet Yönetmeliği’ kapsamında yetkilidir. Bu kuruluşların çoğu yurt dışı merkezlidir” diyen Türker, şu noktaya dikkat çekiyor: “Ancak Türkiye’de yerleşik kuruluşların yetkilendirildiği mevzuat içinde “Makine Emniyet Yönetmeliği” yanında sektörün ihtiyacı olan “Elektromanyetik Uyumluluk Yönetmeliği” maalesef bulunmamaktadır. Günümüz makinelerinde bu otomasyon olmaması düşünülemediğinden, onaylı kuruluş Türkiye›de yerleşik olsa da, ciddi bir eksikliktir. Elektromanyetik uyumluluk belgelendirmesi ve testleri için de dışa bağımlılık ciddi bir sorundur. Bu eksiklikleri gidermek için test ihtiyaçlarının belirlenmesi amaçlı bir çalışma başlatılmıştır. Elektromanyetik Uyumluluk Yönetmeliği konusunda da onaylı ulusal bir kuruluş, Endüstri 4.0 devrimini yakalayabilmemiz için olmaz ise olmaz ihtiyaçlarımızdandır. En kısa süre içinde bu eksikliğimizin giderilmesi gereklidir.”

ÜLKEMİZ AÇISINDAN DURUM İÇ AÇICI DEĞİL

Erciyes Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. M. Sıtkı İlkay ve Doç. Dr. İnci Varinli’nın hazırladığı çalışmanın sonuç bölümünde ise şu bilgiler yer alıyor: Türkiye’deki belgeli kuruluşların sayısını Avrupa ülkeleriyle karşılaştırdığımızda, ülkemizin bu konudaki durumunun çok da iç açıcı olmadığı görülmektedir. Türkiye belgeli kuruluş sayısı bakımından dünya sıralamasında yer alamazken, Avrupa sıralamasında ilk 10’a son sıradan girmektedir.

Avrupa’daki bu ilk 10 ülke arasında Türkiye, ISO 9001:2000 belgesine geçiş yüzdesi bakımından da en geride kalmıştır. Aslında ihracatta birçok Avrupa ülkesi tarafından bu belgenin istendiği dikkate alınırsa, kuruluşların bu belgeyi almaları bir zorunluluk olarak kabul edilebilir. Bu tür belgelerin kuruluşlara rakiplerine karşı bir rekabet avantajı sağlayacağı açıktır. Bunun bilincine varan kuruluşların yararlarına inanarak belge almaları, hem işletmelerine hem de ekonomiye önemli katkılar sağlayacaktır. Ülkemizdeki belgeli kuruluş sayısına göre ilk on sırada yer alan illerimiz; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli, Konya, Kayseri, Adana, Gaziantep ve İçel’dir. Bölgelere göre belgeli kuruluşların dağılımı incelendiğinde, birinci sırada Marmara bölgesi, ikinci sırada İç Anadolu bölgesi ve üçüncü sırada Ege bölgesi yer almaktadır. Güney Doğu ve Doğu Anadolu ise son sıralarda yer alan bölgelerimizdir. Belgeli kuruluşların yüzde 45’i Marmara bölgesinde bulunurken, son sırada yer alan Doğu Anadolu Bölgesinde sadece yüzde 2’si yer almaktadır. İllerin GSYİH’dan aldıkları pay ile illerdeki belgeli kuruluşların sayısı arasında güçlü bir ilişki söz konusudur. Diğer bir ifadeyle, işletmelerin belge sahibi olmalarıyla, verimlilik ve üretkenlikleri artmakta ve bunun makro açıdan sonuçları da açık bir şekilde görülmektedir. Benzer şekilde illerin gelişmişlik düzeyi ile illerdeki belgeli kuruluşların sayısı arasında nispeten çok güçlü bir ilişki bulunmuştur. Ayrıca, illere göre belgeli kuruluşların sayısındaki değişimde, GSYİH ve illerin sosyal gelişmişlik düzeyinin çok etkili olduğu ortaya çıkmıştır.