Ülke olarak hangi alana, listeye bakarsak bakalım ortalarda bir yerlerdeyiz. Eğitimde, rekabette, üretimde, teknolojide hemen hemen her alanda 300 yıldır ortadayız. Dünya ticaretinden aldığımız pay yaklaşık olarak 300 yıl önce de aynıydı. Peki, biz neyi arzu ediyoruz?

Ülke olarak hangi alana, listeye bakarsak bakalım ortalarda bir yerlerdeyiz. Eğitimde, rekabette, üretimde, teknolojide hemen hemen her alanda 300 yıldır ortadayız. Dünya ticaretinden aldığımız pay yaklaşık olarak 300 yıl önce de aynıydı. Peki, biz neyi arzu ediyoruz? Hırslı, başarıyı seven ve bunu arzulayan bir milletiz ve en güçlü beş ya da 10 ülke arasında olmak istiyoruz. Fakat bunlar laf ve hamasetle olacak şeyler değil. Akıl ve doğru stratejiyle gerçekleştirilecek başarılar. Şimdi, geçmişe bakıp geçmişten daha iyiyiz dersek her şey iyi gözükür ama dünya ticaretinin iyileşip geliştiği günümüzde, geçmişe göre kötü durumda olan ülke zaten mevcut değil. Dolayısıyla geçmişle kıyaslanınca her ülke iyi gözükür. Üst gelir grubuna girebilen ülkelere baktığımızda son 60 yılda Güney Kore ve Tayvan olmak üzere iki ülke görebiliyoruz. Üçüncü bir ülke yok. Bunlar üst sınıfa; makine, elektronik ve yazılım olmak üzere üç kavrama odaklanarak geçti. Bu üç kavram zaten birbiriyle entegre. Fakat bunu nitelikli insan gücünüz olursa başarabilirsiniz. Dolayısıyla bu ülkeler de insan yatırımını ona göre yaptı. Yani eğitim sistemini geliştirerek doğru bir strateji ve gerçek bir organizasyonla bu seviyeye geldiler. Alt gelir grubundan üst gelir grubuna gelen ülkelere bakacak olursak eğer, son 60 yılda bir üst gruba çıkan ülke sayısı 20’den fazla. Yani, yerimizde durduğumuz sürece rakiplerimiz de artıyor. Üst gruba çıkmak için bizden kaynaklanan sorunlara yönelmemiz gerekiyor.

Türkiye ekonomisinin amacı girişimci sayısını artırmaya çalışmak değil, nitelikli ara elemanlar yetiştirerek stratejik sektörlerin rekabet gücünü yükseltmek olmalı. Almanya’nın 6 bin makine üreticisi var ve bunlar ölçek ekonomisi, verimlilik ve insan kaynaklarını ön plana çıkararak 300 milyar dolar ihracat gerçekleştiriyor. Bizim ise 12 bin makinecimiz var ve 13,5 milyar dolarlık ihracat yapıyoruz. Girişimcilik kavramımızda da acayip bir problem söz konusu. Girişimci değil girişken yetiştiriyoruz. Nitelikli ara eleman problemi en önemli sorunlarımızdan biri. Bugün herhangi bir sektördeki şirkete gidip kaç tane rakibi olduğunu sorsak 60-120 arasında değişen bir rakam verir. Almanya’da ise bu rakam dört ya da beştir. Orada beş tane firma üretim yapıyor, hepsinin ölçeği büyük, verimlilikleri yüksek. Bizde ise bir sürü üretici var ve eleman sıkıntısı yaşanıyor. Aslında ara eleman olan tüm firmalar, üretici konumunda. Buna rağmen hala ülke olarak daha fazla girişimciye ihtiyacımız olduğu söyleniyor. Dünyanın en fazla girişimci sayısına sahip olan ülkelerinden biriyiz. Demek ki problem sayıdan ziyade nitelikte. Girişimcilik vizyonumuzla yüzleşmek zorundayız. Ölçek ekonomisiyle yapılması gereken bir işi çok küçük boyutlarda yaparak dünya ekonomisinde söz sahibi olamayız. Bu durumun değişmesi lazım, nasıl değiştirmemiz gerektiğini de tartışmalıyız. Öncelikle kendi girişimcilik vizyonumuzu geliştirmeliyiz. Şöyle bir önerimiz var: Akılcı, analitik düşünebilen bir eğitim sistemi inşa etmeliyiz. Fakat bu uzun bir süreç. Kısa vadede insan kaynağını yaratmamız lazım. İnsan kaynağını yurt dışından sağlamalıyız ve devletimiz de buna destek olmalı. Yurt dışında işi, bizim yetiştirdiklerimizden çok daha iyi bilen insanlar var. Bir girişimci işi çok iyi bilmek zorunda değil. Fakat işi bilenlerin o işi yaptıracak vizyona ve akla sahip olması şart. Kendisinden çok daha iyi bilen insanlara emanet edilmeli iş. İkincisi de teknoloji üreten şirketleri ülkemize getirmemiz gerekiyor.