TARIM VE MAKİNE SANAYİ ETKİLEŞİMİ RAPORU’NUN GENİŞLETİLMİŞ VE GÜNCELLENMİŞ VERSİYONU YAYIMLANDI: “YENİ ÇÖZÜMLER YENİ SORU VE SORUNLARI BERABERİNDE GETİRİRKEN...”

Türkiye’nin Makinecileri geçtiğimiz yıl, salgın sürecindeki sorunlarla boğuşurken bir yandan da Türk makinelerinin kalitesi ve teknolojik gücünü dünyaya anlatma ana hedefiyle, makine sektörünün büyüme politikalarına ışık tutacak rapor ve çalışmalarına hız vermişti. 2020 yılını dokuz önemli raporla kapayan Türkiye’nin Makinecileri, bu süreçte Türk Tarım Alet ve Makineleri İmalatçıları Birliği’nin (TARMAKBİR) katkılarıyla “Tarım ve Makine Sanayi Etkileşimi” başlıklı bir rapora da imza atmış, bu raporda küresel mal ticaretindeki yerini her yıl güçlendiren tarım sektörü ile onun makine sektörüyle bağdaşan en önemli bileşeni tarım makineleri segmentinin güncel görünümünü, sorun başlıklarını ve çözüm önerilerini kamuoyu ile paylaşmıştı. Hatırlanacağı üzere, salgın sürecinde tarımsal üretimin önemi bir kez daha anlaşılmıştı. Ulusal sınırların kapanmasıyla küresel tedarik zincirlerinin alt üst olması, ülkelerin tarımsal üretimlerini güçlendirmeleri ve çeşitlendirmelerinin ne kadar önemli olduğunu da ortaya koymuştu. Bu çerçevede, Tarım ve Makine Sanayi Etkileşimi Raporu’nun Haziran 2021’de yayımlanan güncellenmiş ve genişletilmiş versiyonunun, politika belirleyiciler, ilgili sektörel paydaşlar ve iş dünyası açısından önemli bir içerik sunduğuna inanıyoruz.

“TARIMA YÖNELİK İLGİ, EN AÇIK TARIM MAKİNELERİ SEKTÖRÜNDEN GÖRÜLÜYOR”

MAİB Yönetim Kurulu Başkanı Kutlu Karavelioğlu da güncellenmiş ve genişletilmiş basımın sunuş metninde, 3,7 trilyon dolarlık hacimle dünyanın toplam geliri içindeki payı yüzde 4,3’ü bulan tarım ve gıda ürünlerinin, her yıl 1,6 trilyon dolar düzeyinde küresel mal ticaretine konu olduğunu vurgulayarak, “Ülkelerin kendine yeterli olmaya çalıştığı, yerelde üretim ve tüketimi desteklediği ve korumacılığın öne çıktığı bu alanda, küreselleşme ve bağımlılığın yarattığı etkiler devam ederken; su kaynaklarının ve tarım arazilerinin hızla tükendiği bir dünyada nüfusla birlikte artan gıda ihtiyacı da verimlilik konusundaki tartışmaları beraberinde getiriyor. Nüfusun 30 yıl içinde 10 milyara ulaşacağı ve tarımsal üretime olan talebin bugüne göre en az yüzde 70 artacağı bir dünya ufukta. Gıdaya erişim güvenliği artık tüm ülkeler için hayati bir önem kazanırken, Türkiye geniş ürün yelpazesine imkân veren coğrafi özellikleriyle önemli avantajlar taşıyor. Bu alanda yapılan her türlü yatırım da bereketli topraklarımızda karşılığını mutlaka veriyor. Bu durumun bir örneğini pandemi sürecinde yaşadık. Covid-19 sebebiyle dünyada tüketim ve mal ticareti durma noktasına gelirken, sadece tarım sektörümüz ihracatını artırmayı başardı. 2020 yılı sonunda toplam ihracatımız içinde tarımın payı yüzde 15,6’ya yükseldi.” değerlendirmesinde bulunuyor. Özellikle küreselleşmenin hız kazandığı süreçte, tarım sektörünün ülkelerin milli politikaları içindeki ağırlığının azaldığına tanık olduğumuzu, fakat zamanla tarımsal kendine yeterliliğin öneminin daha iyi kavranmasıyla, korumacı politikaların yeniden yükseldiğini gördüğümüzü anımsatan Karavelioğlu, “Bu dönüşüm pandemiden çok önce başlamış, ticaret/ teknoloji/sermaye savaşlarıyla daha da görünür hale gelmişti. Pandemi süreci bu eğilimi daha da hızlandırmış oldu. Ülkelerin tarıma yönelik yeni yatırımlara ilgisinin en net şekilde görülebileceği alan ise tarım makineleri ve teçhizatına hızla artan taleptir. Küresel tarım makineleri sektörü pandemi etkisinde geçen 2020 yılında 125 milyar dolara yakın endüstriyel büyüklüğe ulaştı. Birçok ülkedeki korumacı eğilime karşı, makineleri büyük ilgi gören Türkiye de yılı 1 milyar doların üzerinde tarım makineleri ihracatı ile kapattı.” diyor.

“TARIMSAL ÜRETİMİN ODAĞI VERİMLİLİK”

Ülke ekonomileri için büyük önem taşıyan tarım sektörü ile makine sanayi etkileşimini ele alan raporun, tarımsal mekanizasyonunun gelişimine dair tarihsel bir bakış açısıyla hazırlandığını da ifade eden Karavelioğlu, tarımın gelişimini birçok etkene bağlı olarak ele alan raporun, verimlilik odaklı olarak tarımsal üretimde yaşanan çeşitliliği de incelediğinin altını çiziyor: “Gelecek dönemde tarımın akıllı, organik, dikey ve butik gibi uygulamalarına belki yenileri eklenecektir. Nüfusun tarımsal ürünlere ve gıdaya olan ihtiyacını karşılamak üzere geliştirilen yeni yöntemler de yeni soru ve sorunları beraberinde getirecektir. Bu soru ve sorunların önceden anlaşılması yönünde, bu rapor, değerli bir başvuru kaynağı da olacaktır. Geçtiğimiz yıl hazırlanan çalışmanın genişletilmiş ve güncellenmiş bu baskısını keyifle okuyacağınıza inanıyorum. Bizler, Türkiye’nin Makinecileri, çiftçileri doğa ile en uzlaşmacı meslek grubu olarak görürüz. İş büyüdükçe ve tarım endüstriyelleştikçe bu tanımlamadan uzaklaşılabiliyor olsa da netice itibarıyla, doğadan alanların doğaya vermek zorunda oldukları şeyin saygı ve minnettarlık olması gerektiğini en iyi bilenler, çiftçilerdir. Tarım hızla şekil değiştirirken, kendi çiftçimizden başlayarak onların ihtiyaçlarını karşılayacak performans ve teknoloji sınıfında makineler, sistemler geliştirme vazifesi de bizleri bekliyor.”

“TARIM MAKİNELERİ SEKTÖRÜ 10 YILDA CİDDİ BİR GELİŞİM GÖSTERDİ”

TARMAKBİR Yönetim Kurulu Şenol Önal’ın da raporun giriş bölümünde özetlediği gibi, Türk tarım makineleri endüstrisi, Türkiye ekonomisine paralel olarak büyüyor ve üretim standartlarının yanında ürün çeşitliliği ve kalitesini de geliştiriyor. Bu gelişime bağlı olarak sektörün marka değerinin yükseldiğini de vurgulayan Önal, “Endüstrimiz, özellikle son 10 yılda ciddi bir gelişme gösterdi, 3 milyar dolar üretim değerine ulaştı ve yan sanayisi hariç yaklaşık 25 bin kişiye direkt istihdam sağlıyor. 2020 yılında yaklaşık 1 milyar 100 milyon dolar seviyesinde bir ihracat gerçekleştiren sektörümüz, ülkemizin ihtiyaç duyduğu mekanizasyon araçlarının tamamına yakınını üretebiliyor.” diyor. Gerçekten de tarım makineleri sektörünün ulaştığı seviyeyi ölçmek için dış ticaret verilerine bakılması yeterli. 2000’lerin başında 20 ila 30 milyon dolar seviyesinde ekipman, 30 ila 40 milyon dolar seviyesinde traktör ihracatı yapan ve kayda değer bir seviyede dış ticaret açığı veren tarım makineleri sektörü, bugün 1 milyar dolar seviyesini aşan ihracatıyla dış ticaret fazlası vermeye başladı ve 2020 yılında 593 milyon dolar dış ticaret fazlası verdi. Benzer şekilde, ihracat ülke sıralamasında 2011 yılında 31’inci sırada olan ve toplam dünya ihracatından binde 3 pay alan Türkiye, 2020 yılını 15’inci sırada tamamladı ve toplamdan aldığı payı yüzde 1,6’ya yükseldi. Sektörün 2021 yılı hedefi ise 1 milyar 300 milyon doları aşmak.

Bununla birlikte, sektörün daha fazla gelişim göstermesinin, öncelikle iç pazarın (yerel tarımsal işletmelerin) bu gelişime uygun makine talebinde bulunmasına bağlı olduğuna değinen Önal, “Ülkemizdeki tarımsal yapı, tarımda gelişmiş ülkelere göre olumsuz olarak nitelendirebileceğimiz bazı farklılıklar gösteriyor. Mevcut arazi ölçeklerinin durumu, tarım arazilerinin genellikle küçük parsellerden oluşması, ayrıca bu parsellerin de bir arada olmayıp çok dağınık bir şekilde bulunması, ortak makine kullanımındaki yetersizlikler gibi sorun başlıklarının yanı sıra özellikle çiftçilerin alım gücünün düşük olması nedeniyle yurt içi talebin de orta-düşük teknolojili ve düşük kapasiteli makineler üzerinde yoğunlaşması gibi ‘bize özgü’ sorunlarla boğuşuyoruz. Bu durum, katma değeri düşük bir üretime de sebep oluyor. Diğer yandan ülkemizdeki tarımsal işletme sayısına ve pazar büyüklüğüne göre çok fazla sayıda olan firmaların önemli bir kısmı kaliteden/ teknolojiden ziyade fiyatta rekabeti ön plana çıkarıyor. Bu -haksız- rekabet, faaliyet kârlılığını düşürürken, düşük kâr marjları da doğal olarak Ar-Ge başta olmak üzere nitelikli teknoloji kullanımını, nitelikli istihdamı, markalaşma ve pazarlama harcamalarını azaltıyor. Firmalarımızın genel olarak işletme sermayelerinin yetersiz olması da bu bahsi geçen altyapı yatırımlarının yetersiz kalmasının önemli bir sebebidir. Sektörün sadece ihracata özel ürün üretmesi de -bazı istisnalar hariç- mümkün görülmüyor. Bunun temel nedenleri, küresel pazarlarda marka bilinirliğinin olmamasının yanı sıra beta versiyon ürünler için sahayla (yabancı çiftçilerle) sürekli iletişim içinde olunması gereğidir. Nitekim hiçbir firma kendi ülkesinde güçlü olmadan başka bir ülkede güçlü olamaz. Marka bilinirliğinin olmaması, fason üretimin de son derece gelişmiş olmasına sebep olurken, ekipman imal eden bazı firmalar, imal ettikleri makineleri yurt dışından sipariş veren firmanın etiketiyle bu kuruluşlara gönderiyor ve alıcılar bu makineleri kendi markalarıyla dünyanın çeşitli ülkelerine satıyor. Bu yöntemle gerçekleşen ihracat ise rekabetçi kalite ve teknolojiye sahip olunmasına rağmen imalatı yapanın markasının tanınmasını engelliyor.” diyor.

“ZORLUKLARA RAĞMEN KATMA DEĞER YARATMAYA DEVAM EDECEĞİZ”

Bununla birlikte Şenol Önal, fikri mülkiyet haklarının tavizsiz bir biçimde korunması, endüstride aile anayasası kavramının oluşması (sermayenin bölünmeden korunması), haksız rekabetin önlenmesi (etkin piyasa gözetimi ve denetimi) ve bazı tarımsal dinamiklerin arzu edilen seviyeye gelmesini ise Türkiye’nin sektörün öncü ülkeleri arasına girmesinde çok önemli unsurlar olarak sıralıyor ve “Yaşadığı türlü zorluklara rağmen yatırımlarına devam eden, ek tesisler açan, çalışan sayısını artıran, makine parkını güçlendiren sektörümüz, yarattığı katma değerle ülke ekonomisine de katkıda bulunmaya devam ediyor. Resmi rakamlara göre öz kaynaklar ve banka kredileriyle yapılan yatırımlar hariç 2015-2020 döneminde yaklaşık teşvik belgeli olarak 2,5 milyar TL’lik yatırım yapan sektörümüz 3.497 kişiye de ek istihdam yaratmış ve bu haliyle genel makine sektörünün öncü sektörleri arasında yer almıştır. Toplam üretim değerinden ihracata, yarattığı katma değerden çalışan sayısına kadar makine imalat sanayindeki 22 alt sektör arasında ilk sıralarda yer alan endüstrimiz, gelişimini ara vermeden sürdürmeye devam ediyor.” değerlendirmesinde bulunuyor.

GELECEĞİN EN BÜYÜK SORUN BAŞLIĞI GIDA TEMİNİ OLACAK

Yapılan değerlendirmelere göre, gelecekte artan nüfus ve zenginleşen orta sınıfın gıda ve kısmen enerji ihtiyaçlarının karşılanması için, bugünkünden çok daha fazla tarımsal üretim yapılması gerekecek. Agrievolution Alliance’ın 2004 yılında hazırladığı bir rapor, 2000- 2050 döneminde üretilmesi gereken gıda miktarının, geçtiğimiz 10 bin yılın toplamından daha fazla olmak zorunda olduğunun altını çiziyordu. Vatandaşlarının gıda ihtiyacını bugün bile tam olarak karşılayamayan ülkelerin çoğunluğunda, nüfus artış hızındaki büyümenin süreceği tahmin edilirken, yine bu ülkelerin bazılarında, ekonomik büyümeye paralel olarak alt gelir grubundan orta gelir grubuna doğru büyük bir nüfus kayması da görülebilir. Bu da proteince zengin, daha kaliteli gıdaya olan talebin daha da yükseleceği anlamına geliyor. Gelir arttıkça gıda talebinde ve bileşiminde değişiklikler olması da muhtemel. Gelir artışının yanı sıra kentleşme, göreli fiyat değişiklikleri, teknolojik değişimler, değer zinciri gelişmeleri ve küreselleşme, diyet alışkanlıklarının değişimine ve daha kalorili ürünlerin tüketilmesine yol açıyor. İnsanların büyük bir bölümünün gelecekte daha az tahıl tüketeceği ve daha çok oranda et, meyve, sebze ve işlem görmüş gıda yiyeceği tahmin edilirken, bu gelişmenin doğal kaynaklara olan baskıyı artırması bekleniyor. Diğer yandan, enerji bitkileri tarımı, artan bir oranda gündemde yer almaya devam ediyor. Biyoyakıtlara olan politik ilginin arkasında, fosil yakıt tüketimini azaltma ihtiyacı bulunuyor ve biyoyakıtların gaz emisyonlarının düşük olması, uluslararası düzeyde destek görmelerini de sağlıyor. Bu kapsamda, tarım ürünlerinde arz/talep dengesi değişirken, arz açığının yaygınlaşacağı bir döneme girdiğimiz söylenebilir. Özellikle gelir düzeyi düşük olan bireylerin sentetik, kabul edilebilir sınırların üzerinde ilaç kalıntısı içeren, olumsuz koşullarda depolanmış hatta son kullanma tarihi geçmiş, kalitesi düşük ürünleri içeren gıda tüketiminin artacağı bu dönemde, bitkisel gıdaların temininde yaşanacak sıkıntılar, hayvansal yemde de söz konusu olacaktır. Dolayısıyla hayvansal gıdaların üretiminde yaşanması muhtemel zorluklar, gıda güvenliğini olumsuz yönde etkileyebilir, beslenme ve sağlık sorunlarına yol açabilir.

TARIM ARAZİLERİ AZALIYOR

Bununla birlikte, dünyada kişi başına düşen (ekilebilir) tarım arazisi alanı, 1961’den 2016’ya, sadece 40 yılda, yarı yarıya azalmış ve 1,9 dekara düşmüş durumda. 2050 yılında ise 1,5 dekara kadar gerileme bekleniyor. Türkiye’de 1961 yılında 8,2 dekar olan kişi başına düşen ekilebilir tarım arazisi 2016 yılında 2,55 dekara gerilemişti. Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen tarım arazisi 1960 yılında 7 dekar iken 2008’de 4,6 dekara düştü. 2050 yılında ise 4 dekara kadar gerileme olacağı düşünülüyor. Yine, gelişmekte olan ülkelerde 1960’ta 3,4 dekar, 2008 yılında ise 1,9 dekar olan bu değerin 2050 yılında 1,39 dekara düşeceği tahmin ediliyor. Sadece Avrupa’da, her yıl “Berlin şehri büyüklüğünde bir alan” kentleşmeye devam ediyor. Ayrıca, 2050 yılına kadar küresel nüfusun üçte ikisinin kentsel alanlarda yaşayacağı da tahminler arasında. Buna rağmen, 1960’tan bu yana küresel nüfus iki kat ve küresel gıda üretimi üç kat artsa da toplam tarımsal arazi kullanımının sadece yüzde 10 oranında artmış durumda. Önümüzdeki 10 yılda, küresel tarımsal üretimin ancak yüzde 15 oranında artmasını öngörülürken, küresel tarımsal arazi kullanımında ise bir artış beklenmiyor. Bu nedenle tarımsal üretimde verimliliğin artması, her zamankinden daha da büyük önem arz etmeye başlıyor. 

TARIMDA VERİMİ ARTIRMAK... PEKİ, AMA NASIL?

Arazi büyüklüklerinin artmadığı hatta azaldığı, su kaynaklarının giderek tükendiği dünyada, öngörülen tek çıkar yol, tarımda verimi artırmaktan geçiyor. Verim artışına dair yöntemlerin başında ise “yüksek verimli ve daha dayanıklı ürün çeşitlerinin geliştirilmesi” ile iş gücü, zaman ve üretim maliyetlerinden tasarruf etmeye olanak sağlayan “mekanizasyon” uygulamaları geliyor. Bununla birlikte, bu işlemlerin;

• Kullanım etkinliğini artırarak en az kaynak ve girdi tüketimiyle,

• Verimliliği artırarak olabildiğince düşük maliyetlerle,

• Doğaya en az müdahale ve en az çevre hasarıyla,

• Olabildiğince kısa süreli ve az sayıdaki işlemlerle,

• İklim koşullarından olabildiğince bağımsız kalacak şekilde yapılması gerekiyor.

Bu durumda, alışılagelmiş üretim teknikleri ve bunlara ait araçların terk edilerek, çağdaş üretim teknolojilerine geçilmesi ve bunlara uygun araçların kullanılması, çiftçiler başta olmak üzere talepleri giderek artan dünya nüfusunun tek çözümü olarak görülüyor. Tüm bu veriler ışığında, işlenmemiş gıda ürünlerinde kontrol edilebilir bir faktör olan verimliliğin artması için, “tarımda klasik yöntemlerin” geçimlik üretim yapan çiftçilere (yani daha çok kendi gereksinimlerini karşılamak için üretim yapanlara) bırakılması, profesyonel işletmelerde ise “son teknolojik unsurları içinde barındıran” yeni yöntemlere geçilmesinin kaçınılmaz bir süreç olacağı söylenebilir. Parçalı ve küçük arazilerle, modern tarımsal mekanizasyon araçlarının verimli bir şekilde kullanılması ise mümkün görülmüyor.

TARIMSAL MEKANİZASYON NEDEN ÖNEMLİ?

Tarım, tüm dünya nüfusu için büyük önem taşıyor. 2020 yılından itibaren küresel bir sorun haline gelen salgın dönemi sadece Türkiye için değil, tüm dünya ülkeleri için tarımın değerini ve kendi kendine yetebilmenin önemini net bir biçimde ortaya koydu. Salgın döneminde bazı ülkelerin tarım ürünlerinin ihracatını yasaklaması veya kota koyması, tüketicilerin “kalmaz” endişesiyle süpermarketlere hücum ederek gıda ürünleri stoklaması, birçok kişinin bu dönemde ilk kez evinin bahçesine, hatta balkondaki saksılara kadar domates-biber ekmesi, tarıma en uzak kesimlere bile tarımın önemini gösterdi. Bu dönemde ekilmeyen, atıl vaziyette duran araziler kısmen de olsa yeniden tarım için kullanılmaya başlanırken, yine bu dönemde bazı belediyelerin tarım konusuna özel bir ilgi göstererek, sulamadan tohum, fide, gübre gibi girdilerin teminine, ürün alım desteğine kadar bölgesindeki çiftçilere yönelik bilgi paylaşımı, proje ve hibe destek programlarını hayata geçirdiği gözlemlendi. Özetle, etkisi halen süren salgın sürecinde gıda güvenliği konusu neredeyse tüm ülkelerin ortak sorunu haline geldi. Salgın, tarımın değerini bu şekilde ortaya koymuşken aslında tarımsal mekanizasyonun önemine de dikkat çekilmesini sağladı. Günümüzde dünya nüfusunun artmasına karşın tarımsal istihdamın azalması, çiftçilikte ortalama yaşın giderek yükselmesi ve tarımsal arazilerin/su kaynaklarının azalması birim alandan daha çok verim elde etmeyi zorunlu hale getiriyor. Bu ters orantı içinde öngörülen tek çıkar yol, biyolojik inovasyonla desteklenen son teknoloji tarımsal mekanizasyon araçlarının ve elbette hassas/akıllı tarım teknolojilerinin kullanımıdır. Salgın döneminde Birleşik Krallık vatandaşlarından meyve sebze toplamada yardım istenmesi haberini hepimiz hatırlıyoruz. Bu haberden yola çıkarsak, meyve sebze toplamak için tarım robotlarına ihtiyaç duyulması artık bir tercihin ötesinde bir zorunluluk haline geliyor. Kaldı ki tarımın doğası gereği oluşan zaman kısıtları, örneğin hasadın veya ilaçlamanın belirli dönemlerde ve hava şartlarında hızlıca yapılmasının zorunluluğu veya sağılan sütün bir an önce soğuk zincire girmesinin insan sağlığı için önemi, tarım için mekanizasyonu zaten zorunlu kılıyor. 

SEKTÖRÜN BEKLENTİLERİ VE TALEPLERİ NELER?

Peki, tarım makineleri sektörünün önemli sorun başlıkları ve çözüm önerileri neler? Bu konuda sayfalarca sorundan bahsedebileceksek de burada özellikle tarım mekanizasyonunda önemli olduğunu düşündüğümüz, üretim, Ar-Ge ve ihracatı ilgilendiren birkaçından bahsetmeliyiz. Bunlardan ilki, teşvik ve desteklerin yeknesak bir şekilde uygulanması ve desteklerin etki analizinin yapılmaması (desteklerin firmalara olan katkısının ölçülmemesi), desteklerin tam amacına ulaşmasını engellediği gibi, rekabetçi bir yapıyı da engelliyor. Makine sektöründe gelişmiş ülkeler de Türkiye gibi farklı destekleme modellerini yürütse de bu modeller bir şekilde, fark yaratan firmaların desteklerden daha çok veya öncelikli olarak yararlanmasına imkân tanıyor. Yani bu modeller, daha katma değerli ürünlerin ortaya çıkmasına katkı sağlıyor. Bunlar ülkelerin sosyoekonomik dinamikleriyle de yakından ilgili ve kümelenme teşvikleri, sektör bazında teşvikler, rekabet düzeyi ve büyüme potansiyellerine göre devlet teşviklerinden öncelikli yararlanma, bölgesel ayrıcalıklar, kâr amacı gütmeyen fon kuruluşlarının belirli sektörlerin yatırımlarını desteklemesi gibi modeller olabiliyor. Benzer şekilde, Ar-Ge desteklerinin, sanayiye uygulanabilir ve katma değer yaratacak projeler için verilmesi de önem arz ediyor. Bu anlamda, proje ortakları arasında imalatçı firmaların yer alması şartı getirilmesi gerekirken, Ar-Ge konularında kamu, üniversite ve endüstri iş birliğini teşvik etmek üzere çalışmalar yapılması gerekiyor. Yine, dünya ihracatından daha fazla pay alma, ağırlıklı olarak yüksek katma değerli ve ileri teknolojili ürünleri üretme ve nitelikli iş gücüne sahip bir sanayi yapısına dönüşüm hedefi için ortak akılla hazırlanacak bir “Tarım Makineleri Strateji Belgesi” sektörün en büyük taleplerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Siyaset üstü bu belge ile stratejik hedefler ve bu hedeflere yönelik politika alanları ve eylemler belirlenerek, tarımsal mekanizasyona yönelik bütün kısa, orta ve uzun vadeli politikalar zamanında ve kapsamlı bir şekilde üretilebilir. Dünyadaki ve Türkiye’deki ekonomik gelişmelerin analizlerine dayanan, kamu kurumlarının ve özel sektörün katkılarıyla katılımcı bir yaklaşımla hazırlanacak Türkiye Tarımsal Mekanizasyon Stratejisi Belgesi’nde yer alacak eylemlerin hayata geçirilmesiyle tarımsal üretime önemli bir katkı sunulabilir, tarım makineleri sektörünün rekabet edebilirlik ve verimliliği yükseltilebilir.