HEPİMİZ “GAYRİ SAFİ YURT İÇİ HASILA (GSYİH)” TERİMİNİ O DERECE BENİMSEDİK VE ÖZÜMSEDİK Kİ BÜYÜME RAKAMLARI HER ÜÇ AYDA BİR AÇIKLANIRKEN, HEPİMİZ ANLATILANI GERÇEKTEN ANLIYOR GİBİ DAVRANIYORUZ. PEKİ, GERÇEKTEN NEYİ ÖLÇÜMLEDİĞİMİZİ BİLİYOR MUYUZ? GELİN BİRLİKTE POSTMODERN BİR ANALİZ YÖNTEMİ İLE YAPI SÖKÜM YAPALIM, BİRAZ DERİNLERE İNELİM... BAKALIM KARŞIMIZA NE ÇIKACAK?

Günümüzde her üç ayda medyada şu cümleleri sıkça duyuyoruz: “Türkiye, TÜİK tarafından açıklanan GSYİH büyüme rakamlarına göre yüzde X oranında büyüdü. Aynı büyüme, bir önceki çeyreğe göre ise yüzde X azaldı.”  Günümüzde GSYİH, çeyrekler bazında açıklanan, karşılaştırılabilir bir oran olarak hemen hemen tüm ülkeler tarafından  kullanılıyor ve bu terim, ilgili ülkenin ekonomi yönetiminin performansının analizinde kullanılan önemli bir araç olmaya devam ediyor. Peki, nedir GSYİH? Neyi ölçer? Gerçekten refahımızı ölçmenin yolu GSYİH artış hızına bakmak mıdır?  Birleşmiş Milletler tarafından 1953 yılında GSYİH’yi bulmak için yayımlanan ilk stan dart yönerge 50 sayfadan oluşuyordu. Günümüzde bu  hesaplama yönergesi 720 sayfayı geçmiş durumdadır. Konunun uzmanı olanların dışında iktisat profesörlerinin bile nasıl hesaplandığına ilişkin tam bir bilgi sahibi olmadığı GSYİH’nin hesabında çok sayıda sübjektif değerlendirme yer alır. Yani ülke ekonomisini ölçümlemek, aslında hiç de göründüğü kadar kolay değildir. Tanımsal olarak bakıldığında, GSYİH, bir ülkenin ürettiği  tüm mal ve hizmetlerin toplamının mevsimsel dalgalanmalar, enflasyon ve kimi durumlarda alım gücünden arındırılmış halidir. Bu tanımda kamu hizmeti, gönüllü faaliyetler ve ücretsiz hizmetlerin hiçbiri yer bulmaz. Eskiden satın alınan ve bilgi üreten ansiklopediler GSYİH kapsamında yer alırken, ansiklopedilerin günümüzdeki modern karşılıkları olarak sayabileceğimiz Vikipedi ya  da Ekşi Sözlük gibi mecralar GSYİH’yi artırmaz. Kimi ülkeler karaborsa ya da yeraltı ekonomisine ilişkin tahminlerle bir gecede ülke ekonomilerini yüzde 20 ila yüzde 25 artırırken (Örneğin Yunanistan ve İtalya gibi) çoğu ülke GSYİH hesaplamasında ekonominin bu kısmını kapsama bile dâhil etmez. Örneğin; 10 yıl öncesine göre bugün çok sayıda insanın cep telefonu var, veri depolama alanları inanılmaz boyuta ulaştı ancak bunların hepsi bırakın milli geliri artırmayı, düşen fiyatların etkisiyle olumsuz bile etkileyebiliyor. Ya da insanların psikolojik rahatsızlıkları arttıkça psikolog ve psikiyatrlar üzerinden, obezite yükseldikçe hem tüketim hem de diyetisyenler üzerinden, kirlilik ile bu kirliliği temizleyen şirketler vasıtasıyla milli gelir yaratılıyor. Gelir dağılımındaki dengesizliğe ve borçlanarak krediyle tüketime de bütünüyle duyarsız olan GSYİH, finans sektörü geliştikçe büyümeye devam ediyor. Özellikle gelişmiş ülkeler açısından ekonominin büyümesi için finans sektörünün risk alması gerektiğine inanan politikacıların 2008 finansal krizindeki rollerinin çok iyi tespit edilmesi gerekli: Financal Times’ın ifadesiyle, “Bankacılık sektörü GSYİH’ye eklenmek yerine ondan çıkarılsa, finansal krizin hiç yaşanmamış olacağını tahmin etmek yanlış olmaz.”  Tüm bu eksiklerine rağmen GSYİH’nin popülaritesini korumasının nedeni, “ölçme isteği” gibi görünüyor. İktidarın performansının ölçülmesinde, ekonomik krizin tespitinde, ülkelerin karşılaştırılmasında bir ölçüte ihtiyacımız var ve o da GSYİH gibi görünüyor. 17’nci yüzyılda İngiliz William Petty “Milli Gelir” ile ilgili  ilk kez tahmin sunan kişi olduğunda, asıl amacı Birleşik Krallık’ın tarımdan gelen  hasat sonucunda ne kadar vergi toplayacağı ve bu vergiyle Hollanda Savaşı’nın ne kadar süre finanse edebileceğini belirlemekti. Bu türden hesaplamalar Birleşik Krallık’a ciddi avantajlar sağlarken, benzer bir durumu Fransa için geçerli değildi: 1789’da Fransız Devrimi’ne giden süreçte Kral ülkenin durumundan o kadar habersizdi ki ülke iflasın eşiğine geldiğinde bu istatistiklere kavuşabilmişti.  Büyük Buhran, GSYİH açısından da kırılmanın başlangıcı oldu. ABD Kongresi 1931 yılında ülkenin önde gelen istatistikçilerini topladı ve ekonominin genel durumu hakkında bile yeterince bilgi alınamadığını tespit etti. Bir şeylerin yolunda gitmediği kesin olmakla beraber, buna ilişkin en yakın tarihli göstergeler 1929 yılına aitti. Ekonomik sorunların devam ettiğini tahmin etmek zor olmasa da bunun boyutlarını ortaya koyamadılar. Bu nedenle Başkan Hoover, 1931 yılında Ticaret Bakanlığı’nın yetkililerini ülkenin dört bir tarafına ekonomik gidişatı tespit etmek üzere gönderdi ancak elde edilen bilgiler ekonomik düzelmeye ilişkin anekdotun ötesine geçemeyen bilgi kırıntılarıydı  ve bunlar Kongre’yi tatmin etmedi. Bunun üzerine 1932 yılında Rus Profesör Simon Kuznets, tüm bu sorula rın cevabını bulmak üzere görevlendirildi. Bunun için Prof. Kuznets’in bir ölçüm modeli geliştirmesi gerekiyordu: Bugün GSYİH dediğimiz kavramın temelleri işte o dönemde atıldı. Kongre’ye sunulan rapor, ülke genelinde çok satanlar arasına girdi. Prof. Kuznets’e 1971’de Nobel Ekonomi Ödülü kazandıran GSYİH modeli, özellikle savaş ekonomileri açısından kritik önemdeydi. Keynes, 1940 yılında “Savaşın Masrafları Nasıl  Ödenir?” başlıklı makalesinde, Birleşik Krallık’ın istatistiklerinin eksikliğinden bahsediyordu. Yine kayıtlardan biliyoruz ki Hitler de savaşa girerken ekonomiyi harekete geçirmek için ihtiyaç duyduğu verilere sahip değildi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında GSYİH’nin görevi tüketim toplumunun temellerini kuvvetlendirmek oldu. Ekonomiyi ölçümleme noktasında tek geçerli gösterge olan GSYİH verileri üzerinden basında çokça haber çıkmaya başladı, yorumcular da GSYİH furyasına tamamen bağlandılar. Ancak iktisadın pratikteki yansıması, kitaplarda yazandan çok farklıydı ve 1950’li yıllarda GSYİH’nin mucidi olan ABD’de çok sayıda iktisatçı "Ekonomiyi nasıl büyütürüz?” sorusuna kafa yoruyordu.  ABD’li siyasetçi Robert F. Kennedy, bir seferinde, “GSYİH her şeyi ölçer... Hayatı yaşamaya değer kılan şeyler hariç.” demişti. Hatta 1972 yılında GSMM (Gayrı Safi Milli Mutluluk) ölçülmesi bile önerilmişti. Oysa Prof. Kuznets, daha işin en başında “Bir ulusun refahının milli gelir ile ölçümlemesi zordur.” derken, milli gelir hesabına finans, askeri harcamalar ve reklam sektörünün dâhil edilmemesi gerektiğini önermişti. Günümüzde ekolojik ayak izini göz önünde bulunduran endeksler hesaplanıyor. Sürdürülebilir Ekonomik Refah Endeksi, BM İnsani Gelişmişlik Endeksi, OECD Daha İyi Yaşam Endeksi, Gerçek Gelişim Göstergesi gibi çok sayıda endeks üzerinden daha farklı büyüme öngörülerinin elde edilebileceğini unutmamamız gerekiyor.  Özetle, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Prof. Joseph Stiglitz’in de önerdiği gibi, büyüme kavramını yeniden ele almanın zamanı geldi de geçiyor gibi...