Türk makine sektöründe üçüncü kuşağı temsil eden başarılı yöneticilerden biri olan Mumak Makina Genel Müdür Yardımcısı Metin Öksüzömer...

Türk makine sektöründe üçüncü kuşağı temsil eden başarılı yöneticilerden biri olan Mumak Makina Genel Müdür Yardımcısı Metin Öksüzömer, firmanın başarılarına yenilerini eklemek ve devraldığı bayrağı daha ileri noktalara taşımak için çalışmayı aralıksız sürdüreceğini belirtiyor. Mesleki birikimin tamamını işin içinde yaşayarak öğrendiğinin altını çizen Metin Öksüzömer, üçüncü kuşağın iş hayatında yaşadığı zorlukları ve avantajları kendi özelinde aktararak geleceğe yönelik hedeflerini paylaştı.

Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

İstanbul’da 1989 yılında doğdum. Aslen Rizeliyiz. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım. Farklı kültürlere ve seyahate olan ilgim nedeniyle lisan eğitimi için Amerika’daki California State University kayıt oldum. Bu okuldan başarıyla mezun olduktan sonra Bilkent Üniversitesi Uygulamalı İngilizce-Türkçe Simultane Tercümanlık Bölümünde eğitim almaya başladım. Üç senelik eğitim serüvenimin ardından 2009’da İstanbul’a döndüm ve Mumak Makina bünyesinde çalışmaya başladım.

Aile şirketinde görev alma serüveniniz nasıl başladı? Şirket içinde hangi görevleri üstendiniz?

Aslında bu serüven hiç beklemediğim şekilde gelişti. İmalat ve yeni buluşlar konusunda çok hayalperest bir çocukluk geçirdim. İlkokulda arkadaşlarıma kablosuz enerji iletimini bulacağımı söylüyordum. Ufaklığımda elime geçen hiçbir oyuncak veya elektronik eşya sağlam kalmazdı. Kardeşimin ve kendi eşyalarımın tüm elektronik ve mekanik aksamlarını söker, faydalı olduğunu düşündüğüm icatlar yapardım. Ayrıca rahmetli babam ile şirkete çok sık gider gelirdim. Fakat yaşım ilerledikçe bu ilgimi kaybedip yabancı dil üzerine yoğunlaşmıştım. Üniversite yıllarımda ise artık tamamen Yeşilçam filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz fabrikatör çocukları gibiydim diyebilirim. İstanbul’a geldiğimde ara sıra şirkete uğruyordum. Belirli bir görevim yoktu ama her geldiğimde bir işin ucundan tutuyordum. Bu sayede ara sıra uğradığım şirkete düzenli olarak gelmeye başladım. Sonra bir baktım ellerim simsiyah üstüm başım yağ pas içinde. Makine montajlarına ve tamirlerine gidip geliyordum. Farkında olmadan şirketimizin bir elemanı oldum.

MUMAK’ta görev almak bir zorunluluk muydu? Makine üretiminin içinde olmak size neler kattı?

Rahmetli babam Osman Nuri Öksüzömer hayatı boyunca müthiş işlere imza atmış bir mühendisti. 80’li yıllarda önemli bir firmada görevini başarıyla sürdürürken firmamız için oradan ayrılıp şirketimizin başına geçti. Pres dünyasına getirdiği sayısız yeniliklerle firmamızın bu günlere gelmesinde büyük rol oynadı. Böyle bir babanın evladı olarak farkında olmasam da tecrübelerinden ve mesleğinden etkilenmiştim. Beni hiç zorlamamasına ve başka mesleklere yoğunlaşmama rağmen aile işimizi severek tercih ettim. Firmamızda çalışmaya başladığım zaman cıvataların çeşitlerini bile bilmiyordum. Teknik altyapım çok yetersizdi. Hızlıca işin detaylarını öğrenmek için çabaladım. İlk olarak satın alma biriminde işe başlayıp malzemelerin çeşitlerini ve ne olduklarını nereden alınıp nerede kullanıldığını öğrendim. Ardından atölyenin içinde, tezgahlarımızda çalışarak ve servislere giderek kendimi imalat konusunda da geliştirdim. Babamın yardımıyla üç boyutlu çizim programlarını iyi derecede öğrendim. İşini severek ve isteyerek yapan, öğrenmeye aç bir insanın başaramayacağı şey yoktur. Şu an proje işlerimizin tasarımlarını, hesaplamalarını, analizlerini ve imalat programlarını yapabilecek yeterliliğe eriştim. Ayrıca konumuz dışında olmasına rağmen gelen müşterilerimizi geri çevirmeyip hidrolik, pnömatik gibi farklı alanlarda mühendislik çalışmalarına yardımcı oluyorum. Güçlü altyapısı olan firmalarda çalışmak insana başka yerde bulamayacağı inanılmaz tecrübeler ve bilgiler katıyor. Bu sektör için genç olmam sebebiyle müşterilerimiz veya iş partnerlerimiz doğal olarak iş tecrübemi sorguluyor, anlattığımda ise inanamıyor. Projeyi bitirip reel sunumları yapınca onlar da şaşırıyor. Geriye dönüp yedi sene önceki pozisyonuma baktığımda, mevcut halime ve bu sektörün bana kattıklarına ben de şaşırıyorum.

Aile şirketinde çalışmanın zorlukları ve avantajlı yanları nelerdir? Sizden beklentiler hangi düzeydeydi? Ötelediğiniz hayalleriniz oldu mu?

Bu konu aileden aileye veya şirketten şirkete değişebilir. Fakat benim için neredeyse hep avantajlı oldu. Bu avantajlar arasından öne çıkanlarından biri, iş sorumluğu ve kendine güven kazanmaktır. Aile şirketinde çalışmak, iş sorumluluğu bilincini tam anlamıyla kavramanızda önemli bir etkendir. Hata yapma lüksümüzün olmadığı bir alanda çalışıyoruz. Yapacağınız en ufak hatanın bedelini ailenizin, kendinizin, müşterinizin ve geleceğinizin ödeyeceğinin farkındaysanız ve bu bilinçle çalışıyorsanız, artık iş sorumluluğu bilincini tam anlamıyla kavramışsınız demektir. Bunun yanında şirketin olanaklarını kullanma yönünde bir sınırlama olmuyor. Firmayı adeta bir okul gibi kullanabiliyorsunuz. Mesela torna kullanmayı öğrenmek istiyorsanız ustanın yanına gidip öğrenebiliyorsunuz veya idare çalışanlarının yanında dolaşıp; ithalat-ihracat, satın alma, muhasebe, imalat planlaması, pazarlama teknikleri gibi farklı dallar hakkında oldukça verimli bilgiler edinebiliyorsunuz. Neticede bu pozisyonlarda çalışan insanlarda işinin ehli insanlar oluyor, dolayısıyla sizin içinde bir nevi özel öğretmen. Bunların dışında, her ne kadar ailenizden tepki görseniz de bazen çalışma saatlerinde esnekliğe sahip olabiliyorsunuz. Gençler için de bu durum bir hayli avantajlı. Ancak her zamanda bu şekilde rahat davranma şansınız olmuyor. İşler yolunda gitmediğinde, imalatta bir aksaklık çıktığında bir yönetici olarak hemen müdahale edip kısa sürede çözüm bulmanız gerekiyor. Yeri geldiğinde yemeğinizden, uykunuzdan veya sosyal hayatınızdan, hayallerinizden feragat etmeniz gerekebiliyor. Sorumluluk bilinci olunca size söylemeseler de ailenizin beklentilerini de az çok tahmin edebiliyorsunuz. Firmadaki ilk yıllarımda pek bir beklentilerinin olduğunu zannetmiyorum. Fakat 2013 yılında babam rahmetli olunca şirketimizdeki pozisyonum gereği yüküm bir anda dört katına çıktı. Artık gelecek ile alakalı şahsi beklentilerimi de karşılamam gerektiğini düşünerek ve daha büyük sorumluluklar alarak yola koyuldum. Normal şartlarda aile şirketleri bizim gibi üçüncü kuşak yöneticilerin hayallerini gerçekleştirmek için çok iyi bir avantaj sunar ancak bahsettiğim olaylar dahilinde, birçok hayalimden de şimdilik feragat etmek zorunda kaldım.

Ülkemizin köklü firmalarından birinin üçüncü kuşak yöneticisi olarak Türkiye’nin makinecilik serüvenini nasıl görüyorsunuz? Nereden nerelere ulaştı, hedefleri neler olmalı?

Dünyaya baktığımız zaman makine üretiminin en güçlü ülkesi sorulunca herkesin aklına Almanya gelir. Fakat bu ülkenin makine imalat tarihine bakıldığında Almanya, Avrupa’da makine üretimine geç adım atmış bir ülkedir. Başlangıçta Alman ürünleri gelişmiş ülkeler tarafından beğenilmiyordu. Hatta sanayi konusunda zamanının en iyisi olarak gösterilen İngiltere, Alman mallarını ülkesine sokmamak için çeşitli yollara başvuruyordu. Almanya sanayisi yıllar içinde benimsediği ilkeler doğrultusunda ve bunlardan taviz vermeden kendini öyle geliştirdi ki şu anki konumuna ulaştı. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bakıldığında Türkiye de dünya sanayisindeki yerini ve itibarını azımsanmayacak ölçüde geliştirdi. Artık global makine pazarında Türkiye, diğer gelişmiş sanayi ülkeleriyle ciddi rekabet içindedir. “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” sözü doğrultusunda hareket eden makinecilerimiz imal ettikleri ürünlerle yurt dışındaki “Kalitesiz Türk makinesi!” algısını değiştirmeyi başardı. Teknoloji, dünyayı küçük bir köy haline getirdi. İnternet ağlarının katkısıyla teknoloji enformasyonu rahatlıkla yapılabiliyor. Sektördeki yeniliklerden ve ürünlerden çok kısa sürede haberiniz oluyor. Bu sayede ürünlerimizi global standartlara, hatta daha da üstüne taşıma imkanı elde ettik. Fakat bence kaba lisan ile “taklitçilik” olarak adlandırılan mevcut durumu değiştirmemiz gerekiyor. Büyük sermayesi olan firmalardaki Ar-Ge birimleri, yerinde sayanların değil; gerçekten kayda değer gelişmeler bulmak ve ürünlerimizi kendi imkanlarımız ile geliştirmek ilkelerini benimsemiş disiplinli kişilerin yeri olmalıdır. Makine imalatçılarımızın karar vermesi gerekiyor: Teknolojiyi üreten Almanya mı yoksa mevcut teknolojiyi kullanıp tek amacı para kazanmak olan Çin mi olacağız? Tercihimiz Almanya olmaksa devlet desteği ile birlikte işlerimizi, iş ahlakı ve kuralları doğrultusunda şekillendirmeliyiz. Ancak Çin gibi olmak istiyorsak aynı şekilde devam etmemiz kafidir. Bu yolu seçecek firmalarında zaten yeni teknoloji geliştirme yolunda bir çalışmasının olmayacağı da aşikardır.

Firmanızın geleceğine yönelik öngörüleriniz neler? Şirketinizi taşımak istediğiniz nokta nedir?

Kurulduğu günden itibaren Mumak Makina, eksantrik pres imalatı ve yenilikleri konusunda Türkiye’yi başarıyla temsil etti. Ülkemizde eksantrik pres imalatında faal olarak çalışan en eski markalardan biriyiz. Firmamız 1977 yılında Türkiye’nin ilk pres ihracatını Irak’a yaptı. Hatta ihracat belgeleri hazırlanırken devletin kayıtlarında pres makinesi diye bir terim bile bulunmuyormuş. İlk eksantrik pres ihracatını yapmış olmamızdan aldığımız güçle bayrağımızı; ABD, Gana, İspanya, Rusya, Ukrayna, Sırbistan, İsrail ve Azerbaycan’ın arasında yer aldığı 15 ülkede başarıyla dalgalandırıyoruz. Ayrıca 1987 yılında Türkiye’de ve dünyada bir örneği daha olmayan SMP model mafsallı yüksek hız ve verimlilik sağlayan ekonomik makinelerimizi tamamen kendi mühendislik çalışmalarımız neticesinde üretmeyi başardık. Bunun gibi yüzlerce başarının üstüne eklemek her ne kadar zor olsa da imkansız değil. Ancak piyasaların mevcut durumu ve sektörümüzün içinde bulunduğu sıkıntılar nedeniyle istediğimiz hareket alanını bulamıyoruz. Mevcut sorunlar çözüldükçe projelerimde rafından inmeye başlayacaktır. Fakat önceliğimiz bu çarkı 57 yıl daha çevirebilmektir.

İş yaşamı dışında kişisel hobileriniz var mı? Sizin gibi aile şirketinde yöneticiliğe hazırlanan üçüncü kuşaklara tavsiyeleriniz neler olur?

Bu yoğun tempoda feragat ettiklerimden biri de hobilerim. Ekstrem sporları aktif olarak yapıyordum. Balık tutmak da sevdiğim hobilerimdendir. Seyahat etmeyi hiç söylemiyorum zaten. Ciddi bir araştırma hevesi duyuyorum. Konu ne olursa olsun bilgisayar elimin altında olduğu sürece hep araştırırım ve bir şeyler öğrenirim. Bunun yanında yüzme sporuyla meşgulüm. Havacılık ve otomobil sporlarıyla da ilgileniyorum. Her ne kadar yoğun olsak da gençliğimizin avantajlarını doğru ve zamanında kullanmalıyız. Neticede bu yaşlar geri gelmeyecek. Buna bağlı olarak henüz daha genç olduğum için de tavsiye vermemin pek doğru olacağını düşünmüyorum. Ancak çok değer verdiğim birisi ile sohbetimdeki birkaç cümleyi sizinle paylaşabilirim: “Neyi yapmaktan zevk alıyorsanız onu yapın ve o konuda kendinizi ustalaştırın. İlla herkes ailesinin işini yapacak diye bir kural yok. Uzun veya kısa fark etmez, hangi yolu seviyorsanız o yoldan yürümelisiniz. Bu yol üzerindeki fırsatları da kesinlikle gözünüzden kaçırmamalısınız.”

Eklemek istedikleriniz?

Hayat tecrübeden ibarettir. Her ne kadar büyüklerimizin tavsiyesi ile hayatımız şekillense de kalıcı bir ders vermez. Bence insanın kendi yaşadıkları neticesinde kazandığı tecrübeler daha kalıcıdır ve asla unutulmaz. Bu yüzden bırakın yeni yetişen nesil yaşadıkları ve edindikleri tecrübeler neticesinde mesleklerini seçsin. Eğitim sorunlarımızın başında zorunlu yönlendiricilik geliyor. Hayatımızın başlıca problemleri arasında bu var. Sektörümüzde işini severek yapan genç nüfus neredeyse kalmadı. Kimse elini kirletmek istemiyor kirleten de zorla kirletiyor ve ilk fırsatta bırakıp gidiyor. Çoğu genç, çevrelerinin de etkisiyle devlet kurumlarında rahat işler bulma düşüncesinde veya temiz, masa başı, az iş-çok para kriterlerinde iş peşinde koşuyor. Herkesin böyle düşündüğü bir ortamda sonumuzun Yunanistan gibi olması gelecekte pek uzak bir ihtimal gibi gözükmüyor. Dedemin çok sevdiğim ve aklıma kazınan sözü ile bitirmek istiyorum; “Tecrübe iyi bir hocadır fakat ücreti fazladır.” Bu ücreti ödemeyi göze almamız lazım.