TÜRKİYE’NİN ELİNDEKİ NİTELİKLİ İNSAN GÜCÜNÜ İŞ GÜCÜ PİYASASINDA EFEKTİF BİR ŞEKİLDE KULLANAMAMASI, SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜME KULVARINDAN UZAKLAŞMASININ ÖNEMLİ BİR NEDENİ OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR. NİTELİKLİ İNSAN GÜCÜNÜN YÖNLENDİRİLEBİLECEĞİ ALANLARIN BAŞINDA İSE GİRİŞİMCİLİK GELİYOR. ÇÜNKÜ GÜNÜMÜZ EKONOMİ ANLAYIŞINDA “YÜKSEK VE SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜMENİN” EN TEMEL ANAHTARLARINDAN BİRİ HIZLI BÜYÜYEN TEKNOLOJİ STARTUP’LARDIR.

Her fırsatta Türkiye ekonomisinin güçlü yanları arasında vurgulanan genç nüfusun yalnızca talep yönüyle değil aynı zamanda üretim, katma değer, teknoloji geliştirme noktalarında da ekonomimize katkılarının ne olduğu oldukça önemli bir soru olarak karşımızda duruyor. Teknolojiyi kullanan, tüketen olmasının yanı sıra geliştiren, adapte eden, katma değere dönüştüren kitlenin gençler olduğu düşünüldüğünde, X, Y ya da Z olarak nitelendirilen farklı genç kuşakların ekonomiye ne derece eklendiklerinin incelenmesi yerinde olacaktır. Tablo 1’de, 15-19 yaş grubundaki gençlerin yıllar itibarıyla Türkiye ve OECD genelindeki durumlarını görebilirsiniz. Tabloda yer alan oranlar, 15-19 yaş grubunda olup eğitim görmeyen, istihdam edilmeyen kesime işaret ediyor. Son iki yılda yüzde 15 seviyesine inmiş olmakla beraber Türkiye’de bu oranın, OECD ortalamasının iki katından daha yüksek olduğu net bir şekilde görebiliyoruz. Z kuşağı olarak nitelendirilen grubun ekonomiye ne derece entegre olduğu ya da olacağını gösteren bu oran ne kadar düşükse, ekonominin genç nüfustan yararlanma oranı da o oranda artacaktır. Tablo 2’de ise daha geniş bir yaş grubunda (25-34 yaş arası) yer alan gençlerin ne kadarlık bir kısmının yükseköğretime dâhil olduğu, Türkiye ve OECD ortalaması için yıllar bazında oransal olarak gösteriliyor. OECD ile kıyaslandığında Türkiye’nin hızlı bir şekilde bu oranı yukarı çektiğini, özellikle 2015 sonrasında Türkiye’de yükseköğretime dâhil olan genç kuşağın oranının arttığını görebilsek de bu gelişmelere rağmen Türkiye’nin OECD ortalamasının halen 10 puan gerisinde yer aldığını unutmamamız gerekiyor. Son bir gösterge ile yüksek öğrenim görenler arasındaki işsizliğe bakılırken, yine Türkiye ile OECD ortalamasını karşılaştırabiliriz. Tablo 3’te, yüksek eğitim alanlar arasındaki işsizlik oranları Türkiye ve OECD için ayrı ayrı gösterilirken, buna göre Türkiye’de yüzde 9,84 olan yüksek öğrenimliler arasındaki işsizlik oranının OECD genelinde yüzde 3,92 olarak ölçülmesi dikkat çekiyor. Önceki iki göstergede yıllar itibarıyla Türkiye’nin performansı ileri giderken, bu göstergede bir gelişme söz konusu söz konusu değil. OECD ortalamasının yüzde 4’e yakın olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin yüksek öğretim mezunlarından ekonomiye katkı yönüyle tam anlamıyla yararlanamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Tüm bunların bir sonucu olarak; Türkiye’nin elindeki nitelikli insan gücünü iş gücü piyasasında efektif bir şekilde kullanamamasının, sürdürülebilir büyüme kulvarından uzaklaşmasının önemli bir nedeni olarak gösterebiliriz. Türkiye’nin elindeki nitelikli insan gücünü yönlendirebileceği alanların başında ise girişimcilik geliyor. Çünkü günümüz ekonomi anlayışında “yüksek ve sürdürülebilir büyümenin” en temel anahtarlarından biri hızlı büyüyen teknoloji startup’larıdır. Orta gelir tuzağından kurtulması ve belirlenen ekonomik hedeflere ulaşması için Türkiye’nin ilk önce şu anda içinde bulunduğu orta teknoloji segmentinden yüksek teknolojiye sıçramasını sağlayacak teknoloji girişimlerine ev sahipliği yapması gerekli. Günümüzün popüler kavramlarından biri olan “Hızlı büyüyen KOBİ” kavramı da buradan türetilmiştir.

Yüz tanıma, siber güvenlik, bulut teknolojileri, Nesnelerin İnterneti gibi pek çok yenilikçi alandaki gelişmelerin temelinde söz konusu hızlı büyüyen startup’lar yatıyor. Hızlı büyüyen startup’ları diğer firmalardan ayrıştıran unsurlar, bu firmaların rekabet gücü temelinde yatıyor. Yenilik, teknoloji, vizyon gibi katma değer yaratmaya imkân tanıyan unsurları bir araya getiren hızlı büyüyen KOBİ’ler, bu nitelikleriyle diğer firmalara kıyasla rekabet avantajı elde ediyorlar.

Son 50 yıllık dönem göz önüne alındığında; kriz dönemleri istisna olmak üzere, küresel ekonomik büyümenin ılımlı-olumlu performans sergilediği görülüyor. Ancak son dönemde küresel ekonominin ve özellikle de içinde Türkiye’nin de olduğu gelişme yolundaki ülkelerin büyüme oranları azalma eğilimine giriyor. Dünyadaki likiditenin yönü, tasarruf açığı olan ve ihtiyacı olduğu sermayeyi dışarıdan sağlamak zorunda olan Türkiye’nin büyümesinde ise etkili olmaya devam ediyor. Türkiye, son dönemde daha az kaynakla daha fazla büyümek zorunda olan bir ülke görünümüne bürünüyor. Bunun için de kaynaklarımızı verimli kullanmak zorundayız. İşte bu yüzden, verimlilik ve yenilikçilik kanallarından sağlanacak her türlü büyüme Türkiye açısından kıymetlidir, önemlidir.

Türkiye açısından değerlendirildiğinde, hem içerde hem de küresel arenada Türk firmaları ve özellikle KOBİ’lerin büyümesini yukarı çekecek yapısal politikalar, yeni dönemin öne çıkan yapı taşları olacak. KOBİ’lerin nasıl daha hızlı büyüyebileceği sorusu, önümüzdeki dönemde çok daha önemli hale gelecek. Bu evrede ise hızlı büyüyen KOBİ kavramı çokça konuşulacak. Ancak hızlı büyüyen KOBİ’ler konusunda Türkiye’nin bir vizyona sahip olduğu ve uygulama noktasında bir, iki desteğinin dışında hızlı büyüyen KOBİ’lere özel bir uygulamanın bulunduğunu söylememiz ise çok zor. Bu doğrultuda, verimlilikten uzak, ürün ve hizmette yenilik sağlamayan, teknolojik anlamda gelişmeleri öngöremeyen firmaların yerine, daha dinamik ve yenilikçi firmaların desteklenmesi gerektiğini savunan görüşler son dönemde ağırlık kazanmaya başladı. “Hızlı büyüyen KOBİ” olarak nitelendirilen firmaların desteklenerek ülke ekonomisine sağladıkları pozitif katkıların arttırılması hedeflenirken, Türkiye ekonomisinde de hızlı büyüyen KOBİ’lere yönelik bir vizyonun ortaya koyulması, bu firmalara bütüncül bir politika ile pozitif ayrımcılık yapılması yerinde olacaktır.