Ham fikirlerin ilk olarak bilimsel ve teknolojik doğrulamalarının yapıldığı, başarı şansı görülenlerin kamu fonlarıyla veya melek yatırım fonu, girişim sermayesi gibi sivil yatırım araçlarıyla desteklendiği...

Ham fikirlerin ilk olarak bilimsel ve teknolojik doğrulamalarının yapıldığı, başarı şansı görülenlerin kamu fonlarıyla veya melek yatırım fonu, girişim sermayesi gibi sivil yatırım araçlarıyla desteklendiği bir ekosistem yaratılmış. Başta Avrupa olmak üzere, ileri teknoloji sahibi olan tüm ülkeler bu modeli kendilerine uyarlamıştır. Tıpkı ABD’de olduğu gibi bu işlevleri yerine getiren ve genellikle üniversitelere bağlı olarak çalışan teknoloji transfer ofisi adı verilen birimler kurmuşlardır. Türkiye olarak biz de bu kervana katılmış durumdayız. Bilginin teknolojiye dönüştürülmesi ve ticarileştirilmesi amacıyla üniversitelerimizde yeni yapılar kurulmaya başlamıştır. 2013 yılında TÜBİTAK’ın 1513 kodlu Teknoloji Transfer Ofisleri (TTO) Destekleme Programı, bu değişimde önemli rol oynamıştır. Halen TTO programı kapsamında TÜBİTAK 30 civarında üniversiteyi bu amaçla desteklemektedir. Ülke adına beklentimiz, ticarileşme potansiyeli taşıyan buluşlardan veya patentlerden üretilecek teknolojilerle ülke sanayisi için ekonomik güç oluşturabilmektir. Diğer bir deyişle, fikirlerin pazarlanabilir bir ürün ya da hizmete, yeni ya da geliştirilmiş bir imalata veya dağıtım yöntemine, ya da yeni bir toplumsal hizmete dönüştürülmesine çalışılmaktadır. Ancak, bir fikrin ticarileştirilmesi kolay bir süreç değildir. İstatistiksel olarak, her 3 bin ham fikirden ancak bir tanesinin pazara çıkabildiği, hatta ilaç sektöründe daha fazla ham fikre ihtiyaç olduğu belirlenmiştir. Günümüz dünyasında ürünlerin, teknolojilerin çok çabuk eskitildiği görülüyor. Gerçekte bunların ekonomik ömrünün dolmadığı daha iyisinin piyasaya sürüldüğü biliniyor. Herhangi bir sektörde lider olan firmanın liderliğini sürdürebilmesinin tek bir yolu var; rakiplerinden daha önce yeni ve daha iyi bir ürünü piyasaya sürebilmek. Şirketleri çok kısa sürelerde yok olma tehlikesiyle yüzleştiren bu yarışta var olabilmenin yolu yenilikleri artan bir hızla yaratabilmektir. Dolayısıyla, yeni fikirler/ürünler için en iddialı, en seçici alıcılar küresel liderlik yarışı sürdüren firmalardır. Serbest piyasa kuralları uyarınca da en iyileri en yüksek fiyatla satın alabilecekler gelişmiş ülkelerin uluslararası şirketleri olacaktır.

KÜRESEL GİRİŞİMCİLİK PROGRAMI

Başta ABD olmak üzere tüm gelişmiş ülkeler, teknoloji transferi çalışmalarının dünyaya yayılması için özel gayret göstermektedirler. Müslüman ülkelerde teknoloji transferi kültürünü yaymak için, “GEP (Global Enterpreneurship Program) – Küresel Girişimcilik Programı” 2009 yılında başlatıldı. ABD’nin bir devlet programı olan GEP’in temel amacı, dünyadaki Müslüman topluluklarda girişimciliği desteklemek, güçlendirmek ve başarılı bir girişimcilik ekosistemi kurmak olarak açıklandı. Program kapsamında ABD’nin özel sektör ve yerel firmalarla çalışılacağı, iş planı yarışmalarına sponsor olunacağı, gelecek vadeden fikirlere destek sağlanacağı belirtildi. Ayrıca, yeni başlayanlara yol göstermek için deneyimli girişimcilerin rol alacağı mentorluk programları kurgulamak da program kapsamında. GEP kapsamında ilk etkinlik 2010 yılında ABD Başkanı Obama’nın katılımıyla “Küresel Girişimcilik Haftası” adıyla Mısır’da düzenlendi. İkincisine Türkiye ev sahipliği yaptı, 2011 yılında Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın katılımıyla İstanbul’da düzenlendi. Arap ülkelerindeki iç karışıklıklar nedeniyle “Küresel Girişimcilik Haftası” bir daha tekrarlanamadı. Ancak, Müslüman ülkelere yönelik eğitim ve örgütlenme yardımları farklı şekillerde devam etmekte. Toplumsal fayda açısından bakıldığında kurulmakta olan bu yeni sistemin yanlış bir yönü yoktur. Çünkü en iyi fikirler en yüksek değerle ürüne dönüşecek ve toplum için en değerli ürün yaratılmış olacaktır. Yani toplumsal fayda maksimize edilebilecektir.

AMAÇ ULUSAL SANAYİMİZİ KALKINDIRMAK

Ülkemizdeki TTO’lar, bir yandan araştırmacıları patent başvurusuna teşvik ederken diğer yandan teknoloji portföylerini, sektör temsilcilerine ve yatırımcılara tanıtmaya, ticarileştirmeye çalışmaktadırlar. Kendi yerel ağları içinde patent sergisi/proje pazarı gibi etkinlikler düzenlemektedirler. ÜSİMP, bu bireysel çabaları ulusal sanayimiz için daha etkin ve yararlı hale getirebilmek amacı ile ticarileştirme süreçlerine destek olmak ve üniversite ile yatırımcıların tek bir noktada buluşturmak için Patent Fuarı düzenlemiştir. “ÜSİMP Patent Fuarı”nda TTO’lar kendi portföylerinden seçtikleri ve ticarileştirilme potansiyeli yüksek olduğunu düşündükleri patentlerini tanıtmışlardır. Her toplum kendi ulusal kaynaklarıyla yürüteceği teknoloji geliştirme çalışmalarından ulusal sanayisini yararlandırma yollarını bulmalıdır. Her toplum, doğal olarak, öncelikle kendi çıkarlarını koruma peşinde olmuyor mu? Akıllı toplumlar kendi çıkarlarını korumak zorundadır. Kendi insanına değer katmak isteyen yönetimler bu sorumluluklarını yerine getirmelidirler. Ancak, sorumluluk sahiplerini sadece en üst düzeydeki yetkililerle sınırlamak yanlış olacaktır. Değer zinciri sürecine dahil olan her birey ve kurum/ kuruluş sorumluluk sahibidir. Çünkü ticarileştirilecek fikir sonuçta bir veya birkaç bireye aittir ve bu bireylerin doğru yönlendirilmeleri doğru zamanda doğru yerde bulunmaları, doğru adımı atmaları sağlanmalıdır. Gerçekte zorluk sadece buluşçunun doğru yönlendirilmesinden ibaret değildir. Çünkü belki ondan daha zor olanı ulusal sanayimizde talep yaratılmasıdır. Teknolojik yatırımını dışarıdan yapmaya alışmış, kendi işletmesinde küçük iyileştirmeleri ancak yapabilen bir sanayicinin yeni bir buluşu satın alıp geliştirmesini beklemek çok gerçekçi değildir. Hele bu fikirlerden doğan buluşlar henüz erken aşamada iseler. Ancak, bu gerçeğin firmalarımız tarafından “kader” olarak kabul edilmesini önlemek üniversitelere ve teknoloji transfer ofislerine düşer.

Sonuç olarak, hem teknolojik fikir sahiplerine hem de sanayicilere bu süreçte yol arkadaşlığı yapılmalıdır. Öncelikle, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK, KOSGEB ve benzeri kamu kuruluşlarının Ar-Ge çalışmaları için verilen kamu hibe destekleri kullanılarak fikirlerden doğan buluşların geliştirilmesi sağlanmalıdır. Bir anlamda, kamu desteğiyle hızlandırıcı görevi yapılmalıdır. Aynı zamanda, bu buluşların hangi sektörlerde ne tür uygulamalar bulabileceği konusunda da sanayiciler bilgilendirilmelidir ki sanayicimiz bu fikirleri deneme cesaretini bulabilsin. Bu uzun ve zahmetli bir süreçtir ama yapmak ve başarmak zorundayız. Aksi takdirde, kendi özgün fikirlerimiz “melek yatırımcı” ve “risk sermayesi yatırımcısı” gibi kuruluş ve kişilerin aracılığıyla yabancı yatırımcılara görücüye çıkmaktan öte bir şey kazanamazlar. Sanayimizde teknolojiyi ve üretim tesislerini yabancı ülkelerden alma zincirini kıramaz.