DEĞER OLARAK ÖZGÜRLÜK KAVRAMININ AİLEDEN BAŞLAYARAK YAŞAMIMIZIN TÜM BASAMAKLARINDA KAYDA DEĞER YERİNİN TESİS EDİLMESİ GEREKİYOR. TÜM BUNLAR İÇİNSE TOPLUMSAL DEĞERLERİN EN BAŞINA ÖZGÜRLÜĞÜ YERLEŞTİRMEMİZ, BU BİLİNÇLE KURUMSAL VE TOPLUMSAL YAPILARI YENİDEN ELE ALMAMIZ ŞART.

Bu sayıda da yine Dünya Değerler Araştırması (WVS) sonuçlarını kullanacağız. Hatırlayacağınız gibi WVS, dünyadaki insanların sosyal, politik, ekonomik, dini ve kültürel değerlerinin bilimsel ve akademik çalışmasına adanmış uluslararası bir araştırma programıdır. Projenin amacı ise değerlerin korunmasının veya zaman içindeki değişimin ülkelerin ve toplumların sosyal, politik ve ekonomik gelişimi üzerinde hangi etkiye sahip olduğunu değerlendirmektir. 1981 yılından bugüne 120'den fazla ülkede her beş yılda bir gerçekleştirilen anketlerle sürdürülen proje, geniş coğrafi ve tematik kapsamı ile sosyal bilimlerdeki en yetkili ve yaygın kullanılan uluslararası anketlerden biri olarak değerlendirilir. WVS, inançlar ve değerler üzerine şimdiye kadar yapılmış en büyük ticari olmayan uluslararası ampirik zaman serisi araştırmasıdır. 2022 yılında yürütülen WVS çalışmasında katılımcılara, “Eşitlik ve özgürlük kavramlarının her ikisi de önemlidir. Seçmek zorunda kalsanız hangisini seçersiniz?” diye sorulmuş. Sonuçlar ise çok ilgi çekici: “Özgürlük mü, eşitlik mi?” denildiğinde dünyadan farklı olarak Türkiye’de eşitliğe yönelim olduğunu görüyoruz. Tablo 1’deki oranlara bakıldığında, Türkiye ve dünya ortalamalarının birbirine yakın ancak yerlerinin farklı olduğu anlaşılıyor. Buna göre dünya ile kıyaslandığında Türkiye olarak bizler, eşit olmayı özgür olmaya tercih ediyoruz diyebiliyoruz. Ailede ve toplumda yeterli önem vermediğimiz özgürlük kavramının alt başlıklarında da benzer bir kargaşa içinde olduğumuz anlaşılıyor. “Bir seçim daha yapacak olsanız, aşağıdakilerden hangisi ülkeniz için en önemlisidir?” sorusuna verilen cevapların Türkiye ve dünya açısından ortalamaları, ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. Anket sonuçlarına göre özgürlüklerimizi kullanmadan otoritenin kritik kararlarında daha fazla söz hakkı istiyoruz: Özgürlük alanımızı kullanarak talepte bulunmuyor ama daha fazla söz hakkımız olsun istiyoruz. Yani bu hakkı özgürlüğümüzü kullanarak almak istemiyoruz, bu hakkın bize verilmesini istiyoruz, bekliyoruz. Aynı sorunun devamında “Peki, ikinci en önemli hedef hangisi olmalıdır?” diye soruluyor. Yani Tablo 2’deki cümlelerden hangisi sizin dünyanızda ikincil öneme sahip deniliyor. Cevaplar oransal olarak dağıtıldığında ise Tablo 3’teki sonuç karşımıza çıkıyor: İfade özgürlüğü birincil önceliğimiz değil ama ikinci hedefimiz de ifade özgürlüğü değil. Yani hiçbir durumda ifade özgürlüğünün kritik olduğunu düşünmüyoruz. Bizim için ikinci öncelikli alan “Artan fiyatlara karşı mücadele” olarak öne çıkıyor. Bu cevap, bizi en baştaki tartışmaya geri götürüyor: Türkiye’de eşit olmak isteyen çok ciddi bir kesim var ama eşitlik algımız “ekonomik eşitlik” üzerine kurulu. Ekonomik olarak yaşam standardımızı aşağı çeken enflasyon bu yüzden kritik önemde. Ekonomik eşitlik yolunda hedefe varmadan özgürlük kavramını ön plana almayı bile düşünmüyoruz. Ekonomik eşitlik için de çok çalışıyoruz: Haftada 60 veya daha fazla saat çalışanların oranı incelendiğinde 28 OECD ülkesi içinde Türkiye, yüzde 15,1 ile ilk sırada bulunuyor. Türkiye’nin ücretli kesimi BAE, Çin ve Hindistan’ın ardından en uzun çalışma saatlerinin olduğu dördüncü ülke konumunda. Refah düzeyimizi artırmak için çok çalışıyoruz ancak çok çalışmanın refah düzeyimizi artıracağından da ne yazık ki emin değiliz. Türkiye’de “uzun vadede sıkı çalışma genellikle daha iyi bir hayat getirir” diyenlerin oranı yüzde 13,4 iken dünyada bu oran yüzde 24,4 seviyesinde gerçekleşiyor. İşte tam bu noktada ülkemiz insanı ciddi bir açmazın içine düşüyor. Küçük bir formülasyon ile bu açmazı şu şekilde açıklayabiliriz: Önceliğimiz eşitlik ve ekonomik eşitlik için çok çalışıyoruz. Ancak çalışırken bu çalışmanın refah düzeyimizi yükseltmeyeceğini de düşünüyoruz. Refah düzeyimiz yükselmeden de özgürlük peşinde koşmuyoruz. Zihin haritamızda, eşitlik ile özgürlüğü paralel yürüyebilecek iki kavram olarak tanımlamadığımız sürece bu açmazdan çıkmamız mümkün değil. Değer olarak özgürlük kavramının aileden başlayarak yaşamımızın tüm basamaklarında kayda değer yerinin tesis edilmesi gerekiyor. Tüm bunlar içinse toplumsal değerlerin en başına özgürlüğü yerleştirmemiz, bu bilinçle kurumsal ve toplumsal yapıları yeniden ele almamız şart. Bu dengeden bir diğer çıkış yöntemi ise “çalışmanın katma değerini yükseltmek.” Mal ve hizmet üretim süreçlerinde katma değerin yükselmesi ve bu katma değer artışından emeğin gerekli payı alması durumunda, ekonomik eşitlik yolunda kalıcı bir mekanizma tesis edilebilir. Toplumsal refahın artması ve bu refahın dengeli dağılmasıyla birlikte özgürlük kavramının toplumsal gündemde daha fazla yer bulacağını söyleyebiliriz.